Serdar Demirel

Serdar Demirel

Bayrak düştüğü yerden kalkar

Bayrak düştüğü yerden kalkar

29 Ocak 2009’da, İsviçre’nin Davos kentinde Dünya Ekonomik Formu toplantıları çerçevesinde gerçekleştirilen “Gazze Ortadoğu'da Barış Modeli" paneline, İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres, BM Genel Sekreteri Ban Ki-Moon, Arap Ligi Genel Sekreteri Amr Musa ve Türkiye Başbakanı Tayyip Erdoğan katıldı. Bu görüşme bütün dünyanın ilgi odağı oldu.
Bu panel ve bu tarih bir yere not edilmeli.
Daha geçenlerde “Gazze öfkesi biriktirmek” konulu bir yazı yazmış, çoğunluğunu bebeklerin ve kadınların oluşturduğu Gazze’de sergilenen pervasızca katliamın öfke biriktirdiğini ve biriken öfkenin seddini zorladığını anlatmıştım. Başbakan Tayyip Erdoğan’ın biriken öfkesi de Davos’ta Peres’in gösterdiği küstahlık karşısında haklı olarak seddini yıktı...
Erdoğan’nın İsrail’in Gazze’de irtikab ettiği katliama karşı öfke dolu olduğunu, çoğu zaman öfkesini frenlediğini biliyorduk zaten. Hanımı Gazze için gözyaşı akıtan bir liderdi o. Bir anlamda Gazze acısını aile içinde yaşıyordu. Bunu iyi hesap edememişti Siyonist devletin lideri.
Peres, “Şecaat arz ederken merd-i kıbtî sirkatin söyler” fehvasında Türkiye Başbakanı’nı, parmağını sallayarak yüksek bir ses tonuyla ve tehditkâr cümlelerle aşağılamaya yeltendi. Tayyip Bey’in şahsında Türkiye’ye ve mazlum Filistin halkıyla dayanışma içerisine giren tüm halklara ayar çekmeye kalktı. Eğer Başbakan Erdoğan bu tavır karşısında sussaydı, inandığı ve seslendirdiği ilkeleri ayaklar altına almış olurdu.
Susmadı. Peres’e “bebek kâtilisin” dedi ve onu alkışlayan herkese de kâtili alkışlıyorsunuz diye ayar çekti. O âna kadar diplomatik nezâket kuralları içerisinde davranan Başbakan, bunun sırası olmadığına kanaat getirerek salondakilere şok tedavisi uyguladı.
Kibirli birisine karşı tekabbür göstermek makbul ve bazen de şart olan bir davranış şeklidir.
Zira insanca, ilkeler perspektifinden anlatmanın yolu kalmamıştır.
Başbakan Erdoğan’nın bu duruşu uzun yıllar alkışlanacaktır.
Erdoğan fenomeni yıllar önce bir “Köroğlu efsanesi” gibi Anadolu topraklarını sarmıştı. Şimdi bu efsane küreselleşmeye başladı. Müslüman halklar yediden yetmişe onu kendilerinden görmeye ve ona umut bağlamaya başladılar. Bu sadece bir gözlemdir.
Başbakan Erdoğan’ın mazlum halkların duygularına tercüme olması en çok da işbirlikçi, sünepe Arap liderleri zora soktu. Arap haber kanalları olayı tüm çıplaklığıyla yayımlayınca, kitleler doğal bir refleks sonucu olarak onu ve kendi liderlerini kıyaslamaya başladılar.
Bu zeminde, Türkiye, Müslüman halklar nezdinde yıldızlaşıyor, Osmanlı siyasi mirasıyla yapılanlar arasında bağ kuruluyor..
Olayla bağlantı kurduğum için yıllar önce yaşamış olduğum bir diyaloğu paylaşmak istiyorum. Fakülte yıllarımdı. Doktorasını Türkiye’de yapmış Mısırlı bir tarihçinin evine misafir olmuştuk. Osmanlı arşivlerini iyi biliyordu. Tez konusu da “Osmanlı Döneminde Osmanlı-Mısır İlişkileri” idi.
Ona, kavmiyetçi Mısırlıların hassas olduğu bir konuyu biraz da latife olsun diye sormuştum: “Türklerin Mısır’ı fethetmesine nasıl bakıyorsun? Halifelik kılıç zoruyla alınacak bir şey mi?”
O da bana; “Osmanlı, Mısır’a gelmeden çok önceden halifeliği devralmıştı zaten. Mısır’a girişle devralınan halifelik sembolik olmaktan öteye gitmez. Çünkü halifelik bir iddia değildir, bir vakadır. Hangi toplum öne çıkar, siyasi olarak Müslümanlara öncülük yapar, onları birleştirir, Müslüman coğrafyayı korursa; halifelik onlardadır demektir” demişti.
Liderlik böyle bir şeydir. İddiadan çok bir vakadır. Türkiye’nin son dönemlerde yükselişi, Arap ve Arap olmayan diğer Müslüman halklarda hüsnü kabûl görmesi vakasıyla alakalı bir durumdur.
Geçenlerde bir dost meclisinde, işgal altındaki Keşmirli dostum Profesör Seyyid Yunus Ceylani; “Ümmet düştüğü yerden kalkacak!” derken parmağıyla da beni işaret ediyordu. O mecliste Türkiyeli olarak sadece ben vardım ve bana doğru yöneltilmiş parmak, kuşkusuz Türkiye’yi kastediyordu.
Osmanlı siyasi mirasına yapılan bu vurgular, içimizdeki bazı güç mihraklarını rahatsız ediyor. Başbakan Erdoğan’ın Müslüman halklar indinde yıldızının parlaması, Türkiye’nin Osmanlı hinterlandında oyun kurucu bir güce dönüşmesi onlar için bir felâket haberi.
“Siyonist Severler Cemiyeti” üyelerinin koro hâlinde; “Bittik!”, “Türkiye dünyada yalnızlaşacak!” türü ağıt yakmaları, bunların dünyaya kendi medeniyet perspektifinden değil Yahudi perspektifinden baktıklarını, onların önceliklerini öncelediklerini ve böylece objektif bir okumadan da yoksun olduklarını gösterir.
Elbette Yahudiler dünyada örgütlüdürler, güçlüdürler, birçok devlette nüfuz sahibi ve yaptıkları lobi çalışmalarıyla sonuç alabilmektedirler. Ama bu gücü gereğinden fazla abartırsanız; Yahudilerin kendilerine atfettikleri “Üstün Kavim” vehmine siz de kapılmış olursunuz.
Diplomatik birikimleri karanlık ilişkilerinden menkul bu zevât, kimden yana olduklarını ele veriyor...
Yazılı olmayan meşhur klişedir: ‘Diplomat, kafasında kırk tilki dolaşan ama hiçbirinin kuyruğu birbirine değmeyen cin insandır, diplomasi de; ülkesi adına ustaca yalan konuşanların mesleğidir.’
İşte Başbakan Erdoğan bu fâsid kalıba sığmadığı için yıldızlaşıyor...

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Serdar Demirel Arşivi