Serdar Demirel

Serdar Demirel

İslâm ve anti-semitizm

İslâm ve anti-semitizm

Geçen hafta sonu, “Anti-semitizm ithamıyla zulmü dokunulmaz kılmak” başlıklı bir yazı kaleme almış, ve anti-semit suçlamasıyla hem ülkemizde, hem de küresel çapta İsrail zulümlerininin nasıl karanlıkta tutulmaya çalışıldığına dikkat çekmiştik. Bugün ise, anti-semit ithamlarının Müslümanlara neden uzak olduğu meselesini ele alacağız.
Nuh Tufanı’ndan sonra insan neslinin Nuh Peygamber’in soyundan devam ettiği kabûl edilir. Buna göre, Nuh'un üç oğlu vardı; Hâm, Sâm ve Yâfes. Sâmi ırkından gelenler Nuh (a.s)’ın oğlu Sâm’a nisbet edilenlerdir. Sâm’ın soyundan ise Araplar, Farslar, Rumlar ve Yahudilerin türediği rivâyet edilmektedir.
Bu soy şeceresini biraz daha daralttığımızda karşımıza Hz. İbrahim ile oğulları Hz. İshak ve Hz. İsmail çıkmaktadır. Araplar İsmail’e, Yahudiler de İshak’a nisbet edilir.
Sözün özü, Araplar ve Yahudiler amca çocuklarıdır. Anti-semitizm, kategorik olarak Sâm’ın soyundan gelen ırklara düşmanlık beslemekse eğer, bir Müslüman'ın Arap olan Peygamber’ine ve onun Arap olan güzîde ashabına nefret beslemesi mümkün değildir.
Eğer, anti-semitizmi salt Yahudi düşmanlığı anlamında kabul edeceksek, bu, yine İslâm’ın hem teorik öğretilerine, hem de tarih tecrübesine aykırıdır.
Çünkü, Kur’ân merkezli bir kimlik okuması yaptığımızda 3 temel kimliğin olduğunu görürüz. Bunlar; üst kimlik, alt kimlik ve hâs kimliklerdir. Bunun net ifadesini Hucurât Sûresi'nde görürüz:
Kur’an, insanların farklı ırklarda olmalarının hikmetini şöyle açıklar:
“Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi kavimlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah, yanında en değerli olanınız, en çok takva sahibi olanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir, her şeyden haberdardır.” (Hucurât, 13)
Bu âyet, insanları; “Ey insanlar” hitabıyla “insanlık üst kimliğinde” birleştirmiştir. Bu üst kimliğin altında da, “alt kimlikler” “tanışmak ve bilişmek” hikmetiyle kabûl edilmiştir. Bu iki kimlik türü de verili bir durumdur, beşer cinsinin tercihi söz konusu değildir, dolayısıyla bir üstünlük ya da bir nefret sebebi de olamazlar.
Yukarıdaki âyetin kapsamında zikri geçen, “Allah yanında en değerli olanınız, en çok takva sahibi olanınızdır” ise üçüncü bir kimlik olarak; “hâs ve özel kimlik”tir. İnsan, Allah indinde değerini akıl ve özgür iradeyle tercih ettiği bu kimlikten alır. Hucurât Sûresi'ne inanan bir Mü’min, kategorik olarak herhangi bir ırkın düşmanlığını yapamaz. Ne Yahudi ırkının, ne de başka bir ırkın...
Kaldı ki; Müslümanların imanla mükellef olduğu ve Kur’an’da zikri geçen Peygamberlerin önemli bir kısmı da Yahudi ırkındandır.
Meselenin tarih tecrübesi yönü de önemlidir. Bu meyanda Müslümanlar diğer milletlerle kıyaslanamayacak kadar Yahudiliği ırk ve din anlamında tanımış, onlara ayrıcalıklar sunmuşlardır. “Ehl-i kitab” konsepti tam da bunu anlatmaktadır.
Mü’minlerin annelerinden birisi de Hz. Peygamber’in hanımlarından olan pâkdamen ummu’l mu’minin Safiyye (r.anha)’dır. Kendileri Huyeyy b. Ahtab adında Medine'deki Yahudilerden Nadiroğulları kabilesi reisinin kızı idiler.
Efendimiz'in güzîde sahabeleri arasında birçok Yahudi mühtedînin olduğu ve bunların Müslümanlarca tebcil edildikleri de bir sır değildir. Yahudilerin Beni Kaynuka kabilesinden olan ve asıl ismi Al Huseyn olan ve Müslüman olduktan sonra Efendimiz'in kendisine Abdullah bin Selâm adını verdiği o yüce insanı da zikredebiliriz meselâ...
Tarihte İslâm’la şereflenmiş ve bu dine hizmeti geçmiş nice Yahudi ırkından kişiler mevcuttur. Mâzide böyle olduğu gibi çağdaş dünyamızda da bunun örnekleri bilinmektedir. Meselâ meşhurlar arasından Muhammed Esad ve Meryem Cemile’yi bu sadette hatırlayabiliriz.
Bizde tarih tecrübesi özetle bu iken, Avrupa, bugün utançla anılan “getto” tecrübesini var etmiştir. Hıristiyanlığın inanç dünyasında Yahudiler, "God Killer" (Tanrı katilleri) olarak kabul edildiğinden, ırk olarak şeytanlaştırılmış ve bu zeminde her türlü eziyete maruz bırakılmışlardır.
Birçok tarihçi ilk gettonun İtalya'nın Venedik şehrinde 1516 yılında devlet kararıyla kurulduğunu söyler. IV. Papa Paul'un fetvasıyla 1555 tarihinde Roma'da inşaa edilmiş getto ise meşhurdur.
Fransa Devrimi ve 19. yüzyıl liberal hareketlerin etkisiyle gettolar Avrupa şehirlerinden kaldırılana kadar yaygın bir uygulamaydı bu.
Endülüs İslâm Devleti’nin yıkılmasıyla sürülen Yahudileri Osmanlı’dan başka kabul edecek bir devletin çıkmaması, o dönem şartlarında, bir “şeytan öteki” olarak Yahudi realitesini ve Müslüman tarih tecrübesini işaretler.
Neticede durum şu ki; İslâm, din olarak ırkçılığın karşısındadır. İsrail’in devlet terörüne, dünya Yahudilerinin önemli bölümünün bu terörü desteklemesine rağmen, bu gerçek değişmez.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Serdar Demirel Arşivi