Nusret Çiçek

Nusret Çiçek

28 Şubat hainlerin üniformasıdır

28 Şubat hainlerin üniformasıdır

28 Şubat sendromu bu ülkenin nasıl yağmalandığını, halkın seçimle işbaşına getirdiği siyasilerin nasıl alaşağı edildiğini, dünya arenasında nasıl küçüldüğümüzü ispat eden bir belgedir.
Hıyanet ve hatta dalalet belgesidir...
Bu işin sırrına vakıf olmak için fazla uzaklara gitmeye gerek yok.
31.1.1997 tarihli Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi savcısının gece yarılarında alelacele tuttuğu tutanağı incelediğinizde neyin nereye konulmak istendiğini açıkça anlamış olursunuz.
O tutanak, Sincan Belediyesi tarafından düzenlenen Kudüs Gecesi namındaki olayın içeriğindeki rejimsel trajediyi İsrail’in hesabına dile getiriyordu.
Laik düzene saldırı, irtica!..
Görünürdeki hesaplar bunlardı ama perde arkası öyle değildi...
Refah-Yol hükümetini iktidardan düşürmek için içteki brifing alanlarla dışarıdaki tarihi İngiliz işbirlikçileri harekete geçmişlerdi bile... Silah, politika, sermaye...
İttihatçıların 1908 darbesiyle Osmanlı’ya yaptıklarının aynısı...
Ülke ekonomisini tam da düze çıkarmak için kolları sıvayan Erbakan gibi bir milli lidere Siyonizm’in kurduğu bu ihanet tuzağı yüzünden ülke tamı tamına 20 yıl geri gitti...
Osmanlı hazinesi İttihatçılar sayesinde nasıl soyulmuşsa, şimdi de Türkiye Cumhuriyeti’nin hazinesi aynı mihraklar tarafından soyuluyordu....
Bir gecede bu milletin 35 milyar doları kayıp...
Nasıl kayıp?
İrtica bahane edilerek hükümet alaşağı edilirken bankalar soyuldu, koltuklar kapışıldı, bürokratlar sürüldü, halkın uyanmasına vesile olan Kur’an kursları kapatıldı, Kur’an öğrenme yasağı getirildi, İmam Hatip okulları tırpanlanarak milli eğitimden kademe kademe silindi gitti...
Sincan Gecesi bahane, Başbakanlık Konutu’ndaki yemek olayı bahane...
Oysa ki tehdit unsuru olarak cadde ve sokaklarda yürütülen tanklar vardı. O tanklar, Sincan’ın içerisinden geçirilerek Kudüs çadırının kurulduğu yerde güya bozulduklarından bırakılmıştı...
Resmi ağızlar öyle söylüyordu:
“Tanklar bozuldu...”
“(...) Tankların bozulduğu, bu yüzden meydanlarda kaldığı açıklandı. Meydanın tam ortasında kalan iki tank dışındaki konvoy, Akıncı 4. Ana Jet Üssü yanındaki Yenikent alanına intikal etti.(...) Genelkurmay Başkanlığı ‘Motor Yürüyüş’ adı verilen bu faaliyetin periyodik olarak yapıldığını kaydetti...” (5 Şubat 1997, Hürriyet.)
Düşünün ki koskocaman Türk Ordusunun tankları kışlasından 100 metre ötede bozulabiliyorsa vay bizim halimize, demektir ki bu tanklarla düşmana karşı savaş olmaz, çünkü onlar 100 metrede bozulabiliyorlarsa 500 metrede hayli hayli bozulacaklar!..
Bu kadar iğrenç yalan, bu kadar haince iftira... Hem de ordunun araç ve gereçlerine...
Çevik Bir adındaki generalin ABD semalarından yapmış olduğu açıklamaya göre, bu Sincan olayı demokrasinin balans ayarı imiş!
Ne var ki tankları kimin yürüttüğü önemli...
Çevik Bir’in açıklamalarının yanı sıra meydana bir de İzzettin İyigün adında bir general çıkıyor, o da diyor ki; “Tankları ben yürüttüm, şöhret onların oldu...” Burası da bir şöhret kavgasıydı...
Bu darbeciler ağır bir suç işliyordu ama ne var ki, bu ülkede bu çeteleri yargılayacak herhangi bir hukuk kurumu maalesef yoktu... Halen de yok...
Yapanla, yağmalayanın her dönem yanında kâr kalıyor...
Baş rollerde Süleyman Demirel. Ve de darbecilerin bir dediğini iki etmeyen üçlü koalisyon...
O Demirel ki dünü dün olarak, bugünü bugün olarak milletin canına okudu gitti...
Bir hatıra ile sözü noktalayalım.
Brifing havalarında biz de Adalet Bakanlığı olarak Kayseri Bölgesi Hakim ve Savcılar semineri yapıyorduk. Bakan Şevket Kazan... Seminerin ana gayesi, yargıdaki tüm aksaklıkları hiçbir sansüre mahal bırakmadan bölgenin hakim ve savcılarından dinlemekti...
Fırsat o fırsat...
Genelkurmay’ın merdiven altı brifinglerini alanlar orada meslek dışına çıkarak ülkenin ne irticasını, ne de başörtüsünü koymadan içlerinde ne kadar İslâmiyet aleyhtarı kin varsa sayıp döktüler... Mesleki sorunlar bir tarafa adeta kustular...
Bizler de büyük bir sabırla dinliyorduk...
Sıra genç bir hakime gelmişti.
Askerden brifing alan bir hakimin tarafsız ve de adil olamayacağını söyleyince, kurul üyelerinden birisi hemen ayağa fırladı:
“Kuruluma laf söyletmem!..”
Bir diğeri de onu destekler mahiyette ayağa kalkınca, genç hakim:
“Arkadaşların bir kısmı sabahtan beri konuştular, biz sükûnetle dinledik. Siz beni neden dinlemek istemiyorsunuz? Anlıyorum ki eleştirilmeye tahammülünüz yok, o halde ben de konuşmuyorum...” Aslında bu genç hakimin yaptığı tam bir protesto idi...
İş orada kalsa, o hakime yapmadıklarını koymadılar...
Sindirip sesini kesmesi için tabii ki oradan oraya sürgün...
İşte kısacası, 28 Şubat’ın omuzunda taşıdığı üniforma budur demek istiyorum...
(*)Emekli Hakim

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Nusret Çiçek Arşivi