Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

Bu yazı bir yakınmadır!

Bu yazı bir yakınmadır!

Bu yazı bir hıçkırıktır!..
Ya da bir feryattır!..
Ama “fürüat” değildir.
“Hıçkırık”la “feryad”ın bir birine zıt gibi görünmesi ise hiç umurumda değil; sonuçta ikisi de iç hicranın çağlamasıdır...
Yanık yüreklerin ağlamsıdır.
Gerçekten de yüreğim kaç gündür hem ağlıyor, hem de çağlıyor...
Belki bu kelimeler de bir birine zıt bulunacak, onu da umursamıyorum! Önemli olan hissiyatımdır...
Bir şekilde kendimi ifade etmem gerekiyor. Yoksa çatlayacağım!

Ey hayali arkadaşlarım...
Sizin gibi inanan, sizin gibi düşünen, sizin gibi yaşayan “kardeş”lerinize mesafeli dururken, sizin gibi inanmayan, temelde sizin gibi düşünmeyen, sizin gibi yaşamayan, duygularınızı asla paylaşmayan insanları (yazarları-çizerleri, vesaireleri) yıllar boyu neden baştâcı ettiniz?..
Kendinizden birine yanlış “fedekârlık” (çünkü kimseyi ekmeğinden fedakârlığa zorlayamazsınız) anlayışınız sebebiyle asla vermeyeceğiniz ücretleri sizden olmayan eski Marksistlere, sosyalistlere, faşistlere, kapitalistlere, dünyacılara neden verdiniz?..
“Onlar”a bütün yayın organlarınızı açmanın yanı sıra, bir de şehir şehir dolaştırarak konferanslar verdirdiniz, sohbetler ettirdiniz, cemaatin ileri gelenleriyle tanıştırdınız, hatta planlar projeler yaptırdınız.
Kısacası beslediniz, semirttiniz, tanıttınız, adam ettiniz!
Öyle yakınlaştınız ki, cemaatin samimi yüreği onları “kendinden” saydı.
Riyakâr yaklaşımlarını “samimiyet tezahürü” olarak algıladı.
O kadar inandı ki, en mahrem sırlarını bile açtı. En gizli konuları onlarla istişare etti, tartıştı.
İşte bu yüzden cemaat, her ayrılana şaşkınlıkla bakıyor...
Yine bu yüzden “kandırılmış”, “ihanete uğramış”, “terk edilmiş” (Anadolu’yu çok dolaşan biri olarak bunu yakından biliyorum) hissine kapılıyor.
Yoksa bir yazarın, bir çizerin, ressamın, televizyoncunun bir işyerinden, hatta camiadan ayrılması son derece doğaldır. Doğal olmayan eski işyerine, eski camiasına karşı “cephe” alması, ya da bu izlenimi verecek davranışlara girmesidir.
Bu davranış biçimi öncelikle sağlıklı değildir...
İkincisi: Mertlikle bağlantısı yoktur...
Üçüncüsü: Karakter zafiyetini düşündürmektedir...
Bu yüzden de gidilen yerde bile saygı uyandırmaz.

İnsan ekmek yediği tekneye tükürmez!..
Bir camiadan ayrılabilirsiniz, ama ayrıldıktan sonra o camiayı suçlamaya, horlamaya, aşağılamaya başlarsanız, kamuoyunda öncelikle kendi cibilliyetiniz konusunda kuşku ve tereddütler doğar.
Tıynetiniz yargılanır...
Dürüstlüğünüz, samimiyetiniz, karakteriniz, mertliğiniz sorgulanır...
Böyle derin bir sorgulanmanın altından, kolay kolay kimse kalkamaz!

Sizden ayrıldıktan sonra size tüküren...
Her gün yüzbinlerce satan gazetenizi ve diğer yayın organlarınızı “iç bülten” diye küçümseyen...
Türkiye’yi dünyanın yıldızı yapmak için çırpınan “Yürek Yıldızı”nı suçlayan...
Bulunduğu camianın özelliklerini anlatmakta yetersiz kalan birinin üzerinden tüm camiayı vurmaya kalkışan insanları neden yıllar boyu baş tacı ettiğinizi sorabilir miyim?

Polemik yapmayı hiç sevmem...
Tarzım, üslubum değildir...
Çatışmadan, kavgadan, insanları yüreğinden vurmaya çalışmaktan nefret ederim.
Herkesi anlamaya, hoş görmeye çalışırım...
Ne var ki, yıllarca içinde bulunduğu camiadan ayrıldıktan sonra o camiayı vurmak isteyen birini hoş görmem mümkün değildir.
Hele bir de kadınsa...
Kadınlarda başörtüsünden önce “edeb” aranır...
Rikkat, şefkat, merhamet, hamiyet aranır...
Mülayim “üslup” aranır...
Bunlar olmadan baş örtmek, kimseyi “kadın” yapmaz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi