Serdar Arseven

Serdar Arseven

Bu Ramazan mutlu musun?..

Bu Ramazan mutlu musun?..

Bitmek tükenmek bilmeyen “suni” gündem maddelerinin bunalttığı ruhumu, Ramazan’dan istifade dinlendirmeye çalışıyorum.
Heyecanımızı, zamanımızı, enerjimizi tüketen “çoğu tanımsız”, “anlamsız” , “sonuçsuz” tartışmalar içinde boğulacakken, Ramazan’ın şefkat eli yetişiyor imdadıma…
Diyor ki; günün, yarına kıymet devretmeyecek tartışmaları arasında boğulup kalma!..

Geçen akşam, çok varlıklı bir işadamıyla oturmuşum… İki yıldır görmüyordum kendisini, bu süreçte servetini daha da artırmış…
Sevindim… “Ziyadesini” diledim…
Laf lafı açtı… Nereden geldik oraya bilmiyorum;
Bir ara, “Çok param var ama” dedi; “Mutlu değilim…”

Gereksiz sorulara tepkim vardır. Bana sorulmasından hoşlanmam ve sormam…
Şimdi karşımdakine desem ki; “Hayrola, ne derdin var?..”
Bana anlatamayacağı bir sıkıntıya dûçar olmuşsa ne diyecek?..
Bekle biraz, anlatmak istiyorsa anlatır nasılsa… Sorma, kurcalama, yarasına tuz basma.

Ben sormadım, o anlattı;
“Para geliyor da Allah’a şükür, sonu ne?..
Kazandıkça düşman artıyor, dert çoğalıyor…
Ve inanır mısın…
Kazandıkça harcamak zorlaşıyor!”

Ne demek istediğini anladım; sen büyüdükçe rakiplerin de büyüyor, çekemeyenlerin artıyor… Bir noktadan sonra daha daha büyümeye mecbur hissediyorsun kendini, her büyüklüğün küçük geldiği bir süreçten geçiyorsun…
Nereye gittiğinin, niçin gittiğinin farkında olmaksızın… Öyle bir yerlere gidiyorsun işte.

Karşımdaki işadamına hiçbir şey sormadım… Anlattıkça anlattı, kurcalamadım… Gözlerinin içine bakarak dinledim sadece; “Anladığımı” belli ettim…

O mutsuz…
Bugünkü servetinin milyonda birine ulaşması halinde mutluluğu tarif edilmez bir adam olacağına inanıyordu…
Bugün, milyon katıyla mutsuz.
Niçin?..
Ona sormadım elbet…
Kendi kendime sordum…
O neyi arıyor ve ben neyi arıyorum…
Siz neyi arıyorsunuz?.. Neyin peşindeyiz?..

Düşüne düşüne, Server Vakfı’nın iftarına varmışım… Etrafımda dostlarım, sarılıyorlar içtenlikle…
Nasılsın, iyi misin, Allah razı olsun, sizden de…
Bunların hemen ardından sorular geliyor…
“Ergenekon’un bir numarası kim?..”
“Açılım sonuç verecek mi?..”
“Başbakan, bu Kültür Bakanı’na daha ne kadar tahammül edecek?..”
Ergenekon’un bir numarası yok, açılımın ucu bucağı tanımı yok, Başbakan’ın tahammül düzeyini ben nereden bileyim.

Ne sorular, ne sorular…
Bir ben sormuyorum…
İzliyorum sadece: “Bu insanlar mutlu mu?..”
Prof. Dr. Ömer Özyılmaz takılıyor nazarıma. Hemen yanına gidiyorum…
Ne çok özlemişiz birbirimizi…
Ömer Hoca, Erzurum Vekili’ydi, dönemler boyunca, Meclis’e eğitimi öğretmeye, sevdirmeye çalıştı… Lâkin, Meclis’in eğitimi “çıkar hesaplarına” endeksliydi…
Orada çok çalıştı, çabaladı. Oldu olmadı…
Şimdi, aslında hiç kopmadığı “bilim”e tam dönüş yaptı… Kırklareli Üniversitesi’nde rektör yardımcısı.
Yeni üniversite, bugüne kadar çok iş yapılmış daha geride çok işi var…
Hoca zayıflamış, yorgun…
Dedi ki; “Dünya varmış Serdar!..”
Çok yorgun, zayıflamış…
Öğrencileri, kitapları…
Bir yuva kuruyor, arkadaşlarıyla birlikte…
Yorgun, zayıflamış…
Ama çok mutlu…

Ersönmez Yarbay, şimdi Server Vakfı’nın Başkanlığını yapıyor… Vekilken, “İyi bir yerden listeye girip giremeyeceğinin” derdindeydi…
Baktım, Server’in çalışmalarına iyice motive olmuş… Öğrencilere burs veriyor arkadaşlarıyla birlikte, dergi çıkartıyor, konferanslar tertip ediyor…
Listeye giremediği için çok üzülmüştü…
İftarda baktım… Çok mutlu… Üzüntüden eser görünmüyor…

Selami Çekmegil ağabey oradaydı; uzun olmayan aralıklarla babası Sait Amca’yı ve hanımefendisini kaybetti malûm… Acıları taze; dışarıya yansıyan ise bitmeyen enerjisi…
Ne şiirler okudu babasından;
“Su sesi çağlardı kulağımızda, borularda akıp gitti,
Para sesi vardı cüzdanımızda, kağıtlar yerini aldı bitti.
Bir ses daha vardı, iliklerimize kadar akardı,
Alkole buladılar, mikrofonlar eritti.
Lâhuti bir nağme eserdi dünyamızda,
Şükürsüzlük yedi bitirdi!..
Pekmez köyde varsa var, bal parmağı uzunda.
Küheylan artık antika,
Eşeğin arkadaşlığı Barış Manço’da...”

Selami Çekmegil’e baktım; şiir okurken, etrafında birikenlere “aydın yozlaşması”ndan bahsederken ne canlı, heyecanlıydı… Ne kadar da mutlu görünüyordu.

Mehmet Ali Bulut, Server camiasının önde gelenlerinden, eski vekil… Geçenlerde gencecik kızını kaybetmişti…
Baktım, dışarıya yansıyan “hizmet” heyecanı…
Daha çok gence burs sağlamak için çırpınıyor; neler yaptıklarını ve yapmak istediklerini anlatırken pek mutlu gibi…
Evlatları çok mutlaka; en önemlisini ancak “içlerinden birini” kaybetmiş gibi…
Bir babanın yaşayabileceği en büyük acıyla yanan yüreğinde, “çocuk okutmak için çırpınıyor olmanın” mutluluğuna da yer var.

Akşam namazı için ayrılan yere geçiyorum…
Polis Akademisi Güvenlik Bilimleri Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Remzi Fındıklı orada, bir köşede bekliyor.
“Serdar, bekle de birlikte kılalım” diyor bana…
Sıkkınken canım… Bu çağrı beni mutlu ediyor…

Önceki ve Sonraki Yazılar
Serdar Arseven Arşivi