Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

Mehmed Âkif’i anlamak

Mehmed Âkif’i anlamak

Cehennem olsa gelen, göğsümüzde söndürürüz,
Bu yol ki Hak yoludur, dönme bilmeyiz, yürürüz.
Şu karşımızdaki mahşer kudursa, çıldırsa,
Denizler ordu, bulutlar donanma yağdırsa;
Bu altımızdaki yerden bütün yanardağlar,
Taşıp da kaplasa afakı bir kızıl sarsar…
Değil mi cephemizin sinesinde iman bir…
Sevinme bir, acı bir, gaye aynı vicdan bir…
Değil mi sinede birdir vuran yürek, yılmaz;
Cihan yıkılsa emin ol, bu cephe sarsılmaz.
¥
Nasıl da her devri kuşatıp kucaklayan derin umutlar fışkırıyor Âkif’in şiirinden…
Oysa bu şiirin yazıldığı tarih, milletin tutuşup yandığı tarihtir. Beter bir kıskaca girmiş ve tükenmeye ramak kalmıştır.
Bu demlerde ufuk kara, umut yitik, beklenti küllenmişken, Âkif imanından gelen umuduyla hayata meydan okumakta, Allah’ın rahmetinden umut kesilemeyeceği gerçeğini yüreklere çakmaya çalışmaktadır.
Zaten umudunu ayakta tutan bir Bediüzzaman kalmıştır, bir de Mehmed Âkif…
Osmanlı aydınları başlarına çöken imparatorluğun enkazı altında şaşkın, bitkin ve yılgındır…
Millet ise 17 yıl aralıksız savaşmaktan yorgun düşmüştür.
Şair böyle bir yorgunluğu, böyle bir yılgınlığı hem duruşuyla, hem şiirleriyle, hem de konuşmalarıyla kırmaya çalışmakta, tek başına âdeta bir “diriliş nefesi” olmaktadır.
Bu haliyle, Selçuklu Devleti’nin çöküş sürecinde yürekleri ayağa kaldıran Hz. Mevlâna’ya benzer.
Şiirleri, Hz. Mevlâna’nın şiirleri gibi, büyük bir uyanış başlatır.
“Korkma!.. Sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak” diye haykıran şairin çığlığı, “Hakkıdır hür yaşamış bayrağımın hürriyet/ Hakkıdır Hakk’a tapan milletimin istiklâl” müjdesiyle bütünleşip, kurtuluş umudunu Anadolu’nun sinesine işlemiştir.
İşte bu yüzden, şair deyip geçmeyin, yürekler şiirleşmeden şair olunmaz diyorum.
Âkif’in şiiri imanıdır, umududur. Çünkü yürek vuruşunu Peygamber-i Âlişan’ın yürek ritmiyle bütünlemiştir…
Şiirinin kudreti ve hayatının istikameti de bu kaynaktan beslenir. Bu duruşuyla Âkif, Devr-i Saadet’i yakalamıştır.
Ve hem duygusal, hem de mantıksal bağlarla varlığını doğrudan doğruya oraya bağlamıştır.
Coşkulu ilhamının kaynağıyla öylesine bir bütündür ki, ilhamını salt şiirleştirmekle kalmamış, aynı zamanda da hayata geçirmiş, hayat felsefesine dönüştürmüştür.
Mehmed Âkif, bazı tavizler vermesi şartıyla devrin her türlü zevk ve sefasını sürebilecekken, boyun eğmeye reddiye çekmiş, dünya malına dönüp bakmamış, kulluğu her şeyin üzerine çıkarıp baş tacı etmiştir.
Yoksulluğa mahkûm edilmesi, Mısır’a hicret zorunda bırakılması, hatta öldüğünde cenazesinin sahipsiz bırakılmak istenmesi hep bu sağlam duruşuyla ilgilidir.
Bu duruşunu hayatı boyunca hiç bozmamıştır…
Malumdur ki, “onurlu insan” olarak yaşamak ve öldükten sonra yüreklerde bir “hoş sadâ” olarak kalmak, şaşaa ve tantana içinde yaşadıktan sonra unutulup gitmekten daha önemlidir.
Bu duruş; sahibini o devre hükmedenler nazarında küçültse de, hayata hükmeden Yaratıcı Kudret nazarında büyütür.
Ve bu duruş; kişiyi devrin nimetlerinden uzaklaştırarak Allah’a yaklaştırır.
Yine de inceden bir “unutulma” endişesi içini hırpalar İstiklâl Marşı şairinin. Kaleme sarılıp, endişesini bir fotoğrafının arkasına döker:
“Toprakta gezen gölgeme, toprak çekilince,
“Günler şu heyulayı da er geç silecektir;
“Rahmetle anılmak, ebediyet budur amma,
“Sessiz yaşadım, kim beni, nerden bilecektir.”
Sanırım bu endişenin odağında, Türkiye’ye dayatılan yanlış “istikamet haritası” sonucunda milli ve dini varlığımızdan kopuş ihtimali yatmaktadır.
Ama bu millet, kendisine dayatılan istikamet haritasını imanıyla delecek ve zamanın içinde Mehmed Âkif’in imanıyla bütünlenecektir…
Âkif’in endişelerini anlıyoruz. O endişelerden sıyrılmış olarak her ölüm yıldönümünde daha büyük bir hasret ve minnetle onu anıyoruz.
Ruhu şâd olsun!


Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi