Sağduyu, eşitlik, adalet ve iyiniyet

Sağduyu, eşitlik, adalet ve iyiniyet

Bu 4 haslet ve meziyet, bir kurumda varsa, o kurum millîlik vasfı kazanmıştır. Milletin göz bebeğidir. Bütün vatandaşlara ve yasal örgütlere eşit yakınlıkta, olması gerekir. Hiç kuşkusuz TSK (Türk Silahlı Kuvvetleri de) öyledir. Zâten halkımız da her fırsatta, ordumuzun en güvenilir kurumumuz ve göz bebeğimiz olduğunu” söylemiyor mu? Bu yüzden evladını seve seve askere göndermiyor mu? Şehit düştüğü zaman da Vatan Sağ Olsun demiyor mu? Lafta böyle… Ancak uygulama öyle değil. Mehmetçiğimiz gazi oluyor. Gözü yaşlı analar, yattıkları hastaneye koşuyor. Başörtülü oldukları için içeriye alınmıyorlar. İstiklâl Savaşımızda cephelere mermi taşıyanlar da başörtülü değil miydi? Mustafa Kemal, Ulus’taki Heykelinde, onları anıtlaştırmadı mı? İyi ki bugünkü çağdaş lâikçi fanatikler o zaman yoklardı. Yoksa devletimizin Kurucusunu bile irticacı ve laîklik düşmanı olarak suçlarlardı. Bir bez parçası yüzünden, analar Gazi evlatlarını göremiyorlar. Yine de “Allah devlete zeval vermesin” duaları ile gözyaşları içinde evlerine dönüyorlar. Sakat yavrularını görememek kendileri için işkence oluyor. Sabahlara kadar uyuyamıyorlar. Koca lâik Türkiye Cumhuriyeti Devleti bir başörtüsü ile mi yıkılacak? Dış düşmanlarımız çok iyi biliyorlar ki, Türkiye’de İslâm yozlaşmadıkça, bu devlet yıkılmaz. Onun için Ilımlı İslâm gibi safsatalar uyduruyorlar. Hain emellerine askerlerimizi de alet etmek istiyorlar. Devletimiz için o denli tehlikeli ise başörtülülerin çocuklarını neden askere alıyorlar?. Kendilerini niçin vergi mükellefi yapıyorlar? Geçenlerde, bir şehit anası beni aradı. Telefonda: “Başımıza gelen bütün belaların sebebi bizim başörtümüz ise… Komutanlarımız, bunu bize açıklasınlar. O zaman ya başlarımızı açarız. Ya da bilmeden yaptığımız bu hainlikten dolayı, toptan intihar ederiz. Böylece evlatlarımızın terörist veya düşman kurşunları ile ölmelerine, ya da ömür boyu sakat kalmalarına fırsat vermemiş oluruz” diyordu. Ağlayarak telefonu kapattı.
Bilindiği gibi ben Malatyalıyım. Rahmetli Ceddimiz Battal Gazi, papaz elbisesi giyinip boynuna da kocaman bir Haç takarak Bizans’a sızar ve cihat yapardı. Yine o günlere mi dönelim?
Vatanseverlik ve milliyetçiliklerinden zerrece şüphe etmediğimiz, komutanlarımızın karşısında, biz de Battal Gazi gibi takıyye mi yapalım? Komutanlarımız haklı olarak bölücülüğe şiddet ve nefretle düşmanlar. Millet olarak hepimiz öyleyiz. Ancak Sayın Genelkurmayımızın, medyayı akredite olanlar ve akredite olmayanlar diye ayırmasına bir türlü akıl erdiremiyoruz.
Zaman zaman birtakım kalabalıklar meydanlara dökülüyor. Kahrolsun irtica, Ordu göreve! diye yırtınıyorlar. Bu, orduyu kendi milletine karşı isyana teşvik etmek değil midir? Komutanlarımız onlara karşı hoşgörülü davrandıkça o devrim yobazları daha fazla kuduruyorlar. Anayasa suçu işledikleri halde, sayın savcılarımız, harekete geçemiyor. Zira kapsamlı iddianame hazırlayan bir savcının başına gelenler hâlâ unutulmadı. Adamı meslekten ihraç ettiler. Avukatlık hakkını elinden aldılar. Kamu kuruluşlarında çalışmasını da yasakladılar. Kısacası adamı sürünmeye mahkûm ettiler. En üst rütbeli komutanımız, önlemek isteseydi, siviller bunu yapabilirler miydi? Nerde kaldı sağduyu, eşitlik, adalet, iyiniyet, demokrasi, insan hakları ve yargı bağımsızlığı?...
öbür akrediteleri bilmem ama, Vakit gazetemiz hakkında “Bunlar akredite değildir” diye bir yargı kararı yok. üstelik bugüne kadar hiçbir yazı ve haberimizden dolayı, tekzip (Yalanlama) yemiş de değiliz. Akredite kartel medyasının basın yayın organları, bazen bizzat Genelkurmay Başkanlığı tarafından yalanlanıyor. Hâlâ da onlar akredite oluyor. Bizler olamıyoruz. Genelkurmay canibinden estirilen, rüzgârlar hep CHP eğilimli, Solcu ve baskıcı çevrelerin yüreğini soğutuyor. Ki onların aldıkları ve alacakları oy toplamı, hiçbir zaman %30’ları geçemedi ve geçemez. Biz halkçıyız dedikleri halde, halktan kopuk bu istemezükçü’lerden, komutanlarımız ne bekliyor? Topu topu bir avuç marjinaller. En güçlü ve en güvenilir millî bir kurum olan TSK, milletin %70’inden yana olsun” demiyoruz. “Bir tarafı şımartıp, öbür tarafa şamar atmasın, parti ve patırtıların dışında ve üzerinde kalsın” diyoruz. Genelkurmayımızın siyasî partilerle bu kadar çekişmeli olduğunu ilk defa görüyoruz. Milliyetçiliğin ve yurtseverliğin anlamı, milletin tümüyle kucaklaşmaktır. Atatürk döneminde imtiyazsız, sınıfsız, kaynaşmış bir kitle idik. Şimdi bize ne oldu. Saygılarımızla…


Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi