Nihat Bengisu

Nihat Bengisu

Çocuklarımız: Müşterek değerlerimizin en tatlısı; onları ne kadar eğiteb

Çocuklarımız: Müşterek değerlerimizin en tatlısı; onları ne kadar eğiteb

Müştereklerimizi konuşmaya devam ediyoruz. Bu kez en tatlısını, ama bazen de en acılı olabilenini: Çocuklarımızı.. Her evde, ülkede, her sokakta ve mahallede, okulda, park ve bahçelerde; hepimizin en değerli müştereğimiz olan çocuklarımızı.
Onlar hepimizin, ailemizin, mahallemizin, ülkemizin istikbali. İşimiz, maişetimiz, yatırımlarımız hep onlar için. Başta anaokulları olmak üzere tüm eğitim kurumları, öğretmenler, ana ve çocuk sağlığı doktorları, pediyatri klinikleri, psikologlar, pedagoglar; hep onlar için.
Kadını her iki dünyada, Allah indinde, aile ve toplum indinde, kutsallık derecesinde bir makama, anne olarak tescilleten; onun ailevi ve içtimai saygınlıkta zirveye, ind-i İlahi’de de cenneti ayakları altına taşıtan çocuklarımızı gerçekten eğitebiliyor muyuz?.
Onlar, hem dünya, hem de cennet meyvesi. Onlarsız ailenin, hayatın, bağ bahçenin, mal mülkün, resim albümlerinin, eskinin, yeninin, hatıraların anlamı ne kadardır ki?
Aslında helal lokma davası dedikleri şey, çocukların rızkı davasından başka bir şey değil. Ebeveyni maişet peşinde koşturtan; bazen el kapısına mahkûm eden, bazen can düşmanına el açtıran, bazen ölmekten, bazen de candan vazgeçirten güç: çocuk. Bazen bir lokma bir hırka boğaz tokluğuna işten işe koşturtan, hatta kapı kapı dilendiren, bazen soğan ekmeğe razı ettiren aç çocuk. Bazen hastane koridorlarında sabahı ettiren hasta çocuk. Bazen bir puan not için anasını öğretmene yalvartan veya okul kapılarından kovdurtan, bazen okuldan kaçtığı günleri sahte raporla telafi ettirmek için babasını doktorlara yalvartan haylaz çocuk.
Ama Kevser’in başını tutup mahkeme-i Kübra’dan ebeveyni hakkında çıkacak “Cehennem hapsine lâyıktır” hükmünü temyize göndertip “Cennete daha layıktır” hükmüne tebdil ettirecek günahsız talep mercii; çocuklarımız.
Bazen kırmızı ışıkta arabamızın ön camını “gönüllü mü, paralı mı” sildiğinden emin olamadığımız veya verilecek 50 kuruşumuz olmadığı için göz göze gelmekten kaçındığımız esbapları sarkık, saçları dağınık, yanakları kavruk, bazen da polise taş atan çocuklar.
OKS’nin, SBS’nin, ÖSS’nin uzun engelli koşusundan migrenle çıkmış olan başını türbanlayıp, pır pır eden kuşçuk yüreğini avuçlayıp hevesle koşturarak geldiği üniversitesinin kapısında tesettüründen ötürü yolu, eğitimi kesilen; arkadaşlarından koparıldığı için gözyaşlarına boğdurulan, ikna odalarına doldurulan çocuklarımız..
Anne baba arasında tutkal olup, pek çok boşanma girişimini veya niyetini engelleyen, onları barışmaya mecbur kılan, aile bütünlüğünü sürdürmeyi en iyi becerebilen çocuklarımız; bir de tam eğitilebilseler ne denli bilge olurlardı?.
Muhabbetleri ile; bizi pek çok kavgadan geri durduran, iş yerinde, evde hır çıkarıp işimizi ve evimizi bir anlık öfkeyle, belki temelli terk etmemizi önleyen, yanlış sokaklara sapmaktan bizleri vazgeçirten, kin ile sıkılan yumruğumuzu, sıkışan kalbimizi, daralan göğsümüzü gevşeten onlar.
Bir yerde iş, aş, maaş ve eş edinmelerimizin sebebi hep onlar.
Bir araya gelen dostların dilinde ve muhabbetinde, acı tatlı hep benzer sebeplerle sohbet konusu olan onlar.
Çocuklarımız; pek çok yeni tanış ve dost oluşlara vesile olurlar; ki böylece toplumsal bütünleşmeye ve muavenete, yani dayanışmaya neden olurlar. “Cumartesi annelerini” en güncel ve yeni olanı.
Bunlar hep farkında olmadığımız birer toplumsal rehabilitasyon ve bütünleşme sebebi.
Evet onlar, ebeveynin de, dedenin de, babaannenin de rehabilitasyon sebebi. Ömrünün ahirinde onları hayata bağlayan, muştuları ile onları mutlu eden, bir yerde rehabilite eden çocuklarımız. Çarşıda, cami önünde, ak sakallı bir dedenin elinden tutmuş bir çocuk fotoğrafının rayiç bedelini semeresini kim inkâr edebilir? Gerçi o torun, semeresi ile kim bilir kaça patlamıştır ona?. Belki yetim öksüz kalmıştır; ama ahir ömründe yine dede veya nene yetişmiştir ona; bileğindeki son gücü, cebindeki son kuruşları ile.. Ona dahi o yaşta enerji ve hayat kaynağı olan çocuk; az mı değer ifade eder?. Dedesine, nenesine sormalı:
Cevapları hazır: “Çocuklar sermaye, torunlar kâr demiş büyüklerimiz”. Haklılar. Ayrıca onları da büyük anne ve büyük baba makamına yükselten terfi ve tescil makamı yine çocuklarımız. İlk dede olduğumdan beri öyle diyorum dostlara:
- Onlar beni hiç zahmetsiz, emeksiz, sessiz; dedelik makamına terfi ettirdiler, bedavadan. Bedava sirke baldan tatlıdır a dostlar. Altın topumuz onlar. Her eve lazım onlar.
Ne ki; başkasına en ucuz gelen şey, bir başkasının evladı ve emeği.
Uğrunda acı tatlı çok emek, velev ki çok çile çekilse bile bundan mutlu olunan, gurur duyulan çocuklarımız bazen bir başkasına çok ucuz gelebiliyor. Ama şimdi konumuz o değil. Büyük küçük başarıları, muştuları, hatta haşarılıkları ile bile en çok iftihar edilen çocuklarımız; adı konmamış rehabilitasyon araçlarımız: Hem bedenen, hem ruhen gençlik iksiri gibidirler anneanneleri için.
Hataları en çok afedilen; üzerine en çok dua edilen ve titrenilen, karşılıksız sevilen, ebeveyn gözünde hiç büyümeyen, çocuk esirgemelere düşüp sevgisiz kalınca da büyümek şöyle dursun, manen, zihnen, hatta bedenen küçülen, merhamet damarlarımızı okşayan çocuklar. Her biri, her hali; büyümesi, konuşması, koşması, düşüp de ciğerimizi dağlarcasına ağlaması ile her biri ayet olan çocuklarımız.
En çok kucaklanan ve alnından öpülen, uğrunda albümler, şiirler düzülen ve en çok çile çekilen ve hatta ölünen çocuklarımız.
Onlar ki; bayramlarımıza anlam katan, başkalarına öptürmeyi ayıp saydığımız elimizi gurur ve huzur ile, dudaklarında ve dudakarımızda en sahici, en mutmain, en tatlı gülücüklerle öptürdüğümüz yavrularımız. Vallahi, iyi ki varsınız.
Hasretliği, hastalığı ciğer dağlayan onlar. Ama yine de bundan asla şikâyetçi olmayışımız; sabır taşı kesildiğimiz yavrularımız.
Ne ki; bazen bir başkasına en ucuz şey, başkasının evladı ve emeği. Onca emekle büyütülen, esen yelden dahi esirgenen, ama anlamsız kavgalarda, pusularda, savaşlarda hain kurşunlarla şehid edilen, sakat bırakılan gençlerimiz; askerlerimiz. Kuşuçmaz kervan geçmez dağlarda ve karakollarda, Aktütün’lerde, bir kör davaya, bir hain kurşuna kurban edilince; ölüm haberi ciğerimize bir değil dokuz delik açan çocuklarımız, şehitlerimiz. Onlar her zamanda, her evde, her mahfilde, her fotoğrafta, her gazetede ve ekranda ömrümüzce, milletçe duracak müşterek değerlerimiz.
Anne babanın birlikte yaptıkları en güzel, en büyük müşterek kariyer, birlikte inşa ettikleri insan: çocuk. İnsan inşa etmek büyük, ama onurlu iş. Çok bilgiyi, tecrübeyi, birikimi, parayı, emeği gerektiren en pahalı yatırım. Ama siyaseten, bazen de hücceten, eften püften sebeplerle kanlarına ekmek doğranan; bazen de “bazı böyüklerin, siyaseten anlaşamayıp, beyinlerine kan sıçrayınca veya makam ve mansıpları veya menfatleri riske girince; bir hiç uğruna çomak, silah, terminatör olarak kullanılan, savaştırılan ve merhametsizce kana bulanan, canı alınan veya kan döktürülen çocuklarımız.
Hepimizin, ülkemizin, ümmetimizin, yarınlarımızın ve tüm insanlığın en masum, en sevgili, en büyük müşterek paydası çocuklarımız.
Ahlaki ve pedagojik eğitimlerinde hep geç kaldığımız; iş işten geçtikten sonra dahi anlayamadığımız delikanlılarımız.
Hani ya gerçekten biraz deli, bir haylaz gençlerimiz. Nitekim İslâm Peygamberi de öyle tanımlamış gençliği:
“Gençlik (delikanlılık) deliliğin şubelerinden biridir.”
Neden biraz deliler, neden muzır alışkanlıklara
yönelirler; onca zararını bildikleri halde neden bir sigara tiryakisi olurlar; anlayamadığımız gençler.
Her şeye rağmen ve bir türlü istediğimiz gibi olduramadığımız yavrularımız; günahı ile sevabı ile tüm dünya çocukları; insanlığın müşterek değeri.
Ne ki; eğitim konusuna bir türlü giremedik. Ancak, sağlık haftasının içinde olmamız vesilesi ile pedagoglara ve psikologlara bir soru sorsam: Bu denli akıllı ve değerli gençlerimizi nasıl oluyor da; sigara, içki, eroin, ekstazi gibi muzır maddelerden koruyamıyoruz? Fatih Üniversitesi’ndeki bir Ukraynalı Profesörümüz demiş ki:
-Çocuklarınıza 5 yaşından itibaren sigaranın zararınızı anlatırsanız, gerçekten anlarlar, ama sigara ile tanıştıklarında fazla tereddüt etmeden içmeye başlarlar. Çünkü şahsiyetleri artık kemikleşmiştir. Eğer, 3 yaşında iken anlatsaydınız, yine anlarlardı, hem de itaat ederlerdi ve asla sigara içmezlerdi. Çünkü 5 yaşından evvel verilen bilgi ve eğitim; onların şahsiyet ve karakteri olur.
Ne buyurursunuz ey eğitimciler, ey babalar, ey sigara yüzünden kanser, KOAH ve kalb hastası olan anneler, babalar; ne yorum getirirsiniz? Sizler muzır huy ve alışkanlıklarınızı terk ettiniz mi ki, hepimizin en değerli müştereği olan çocuklarımız onlara başlamasın veya başladılarsa bıraksınlar?.
Gelin geç de olsa ana-baba okullarına kaydolalım; bilginin, bilmenin, bilgeliğin zararı, zamanı, zemini olmaz. Bildiklerimizi, öğrendiklerimizi, tecrübelerimizi; senin, benim veya ötekini demeden çocuklarımıza, birbirimize aktaralım. Bu da bir eğitimdir; sırf SBS, OKS yarışçıları değil; insan yetiştirelim.
Gençlerimizi, çocuklarımızı, bütün haylazlıklarına ve yaramazlıklarına rağmen sevelim. Çünkü işin sırrı, yaşı başı ne olursa olsun; sevgide.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Nihat Bengisu Arşivi