Nihat Bengisu

Nihat Bengisu

Ben Suriye’de iken

Ben Suriye’de iken

25-29 Mart 2010 tarihleri arasında AKABE Vakfı’ndan 25 arkadaşla birlikte Suriye’de idik. Bizi oralara, daha önceden de Endülüs’e ve Kudüs’e götürüp getiren SILA TUR’un kurucusu ve rehberi Musa Biçkioğlu’na ve geziyi tertip eden AKABE Vakfı’na tekraren teşekkür ederiz.
Bazı özenti ehlinin; o hani hepimize yabanıl ve çiğ gelen “Ben Amerika’da iken” sözleri yerine şimdilerde göğsümüzü gere gere “Ben Endülüs’te, Kudüs’te veya Suriye’de iken..” dedirttikleri için.
Teşekkürler; çünkü bizi Amerikan triplerinden az da olsa çevirip, çok daha bizden olan can dostlarla ve onların ruh ve tarih dikili toprakları ile, köklerimiz ile ve kadim medeniyetimizle buluşturdukları için.
Önce cahilliğimi ve şaşkınlığımı itiraf edeyim; meğer Suriye hakkında bildiklerimiz ne kadar az imiş. Meğer “Ne Şam’ın şekeri, ne Arab’ın yüzü..” gibi çirkef sözler ne kadar caydırıcı olmuş. Meselâ Halep hakkında; “Halep oradaysa, arşın burada” veya “Halep hemen şu tarafta, bize 60 kilometre”den öte bilgimiz yok imiş.
Size birileri soruverse; “Halep’in nüfusu kaçtır?” diye, 500 binden öte rakam verebilir misiniz? Sıkı durun; Halep’in nüfusu tam 4,5 milyon. Yani Ankara kadar. Hama’nınki 1,5 milyon. Caddeleri ise Ankara’dakilerden daha geniş. Ortasındaki meydanda ise, yüksekçe bir kaide üzerinde, heykel yerine gerçek bir dokuma makinesi. Meğer, Hama tarih boyunca özellikli dokumaları ile ün yapmış. Halkı ipek böceği gibi çalışkan imiş, dindar imiş. Gel gör ki meyveli ağaca taş atan çok olurmuş; 1983’te rejim, İhvan-ı Müslimin teşkilatını yok etme adına, Hama’yı günlerce bombardıman edip yerle bir etmiş; çoluk çocuk 35 bin insan katletmiş. On beş bin insandan ise hâlâ haber yok, haber soran da yok.
İşte Suriye hakkında böylesi pek çok bilgiye bu vesile ile muttali olduk. Bunları sizlerle bir nebze paylaşmak üzere bazı notlar kaleme aldık. Her bir seyahatin 10 kitap değerinde olduğunu var sayar isek, aktarabileceğimiz bilgi ve gözlem sadece bir mektup mesabesinde.
Suriye hemen güneyimizde, 800 km coğrafi komşuluğumuz olan bir kardeş ülke. Büyüklüğü 185 bin kilometrekare. İklimi, zannettiğimizin aksine, Gaziantep’inki gibi. O hafta çisentili ve serin; yani limonata idi.
Kuzeyden güneye, mevsim ve bol zeytin, Halep fıstığı ve tahıl tarlaları nedeni ile, tahminimizden yeşil idi. Kuzeyde Fırat ve Asi nehrinin; güneyde Ürdün nehrinin bereketi vardı. Yetmiş milyon zeytin ağacı, sayısız Halep (Antep) fıstığı ağacı sayesinde hayli yeşil bir ülke.
Nüfusu 22 milyon; kâhir ekseriyeti Müslüman; %12 kadarı gayrimüslim. Ama kılık kıyafetten, yaşam biçiminden ve dilden din farkını anlamak zor. Şöyle ki; Kürt kardeşler dahil hemen herkes Arapça konuşuyor. Sokaktaki kadınların %95’i mütesettir. Erkekler, G.Antep veya Urfa’mızdakilerinin aynı. Yalnız kullanılan imkan ve mekanlar, araçlar, bizimkilerden 10–15 yıl öncekilere denk. Büyük şehirlerde trafik yoğun, otomobiller genelde modelli.
Her tarafta, hususen eski veya merkezi mahallelerde çok sayıda cami, medrese, han ve çarşı bir İslâm medeniyetinin ve milletinin nişanesi. Cami ve minareleri genelde yüksek ve 3 tip mimari tarzda dizayn edilmiş:
1. Memlük ve Eyyübi tarzı mimari: Geniş kare tabanlı, kale burcu veya çok katlı, yüksek, kule-ev tipi kadim Arap mimarisini yansıtan dıştan girişli minareler. Endülüs’te, özellikle Kurtuba ve İşbiliye ulu camilerinde bu mimari tarz zirve yapmış.
2. Osmanlı tarzı: Bize en bildik minare ve cami mimari tarzı ki, günü gününe bakımları yapıldığı için olmalı, hepsi orijinalitesini korumuş. Ayrım yapılmaksızın bütün cami, medrese ve çarşılar hem mimari, hem de fonksiyonel orijinalitesini koruyor. Başta Şam olmak üzere , Suriye’de tarih, tarih olmamış; yaşıyor, yaşatılıyor.. Hele de İstanbul’umuzda 300’e yakın caminin yok edildiğini biliyorsanız; onların ayakta kalmış kardeşleri, yani tarihi mirası, Şam’a, Halep’e ekstra değer katıyor.
3. Modern minareleler: İnce, çok uzun ve çok ışıklı, küçük şerefeli, her mahallenin lahûtî meş’alesi ve amblemi; her birinin şehadetleri dinin temeli.
Cami’ler bizdekinden canlı, hareketli ve 24 saat açık. Ezandan önce ve sonra Kur’an okuyan sayısı az daha fazla. Suud camileri bu bakımdan ve kitap sayısı bakımından çok zengin idi; mescidlerinde ayakkabı rafı yerine, saflar arasında bile, çok sayıda Kur’an rafları vardı; okuyanı da çok idi. Şam ve Halep’teki birbirinin benzeri ve kardeşi olan Emevî camilerinin, en güneydeki Busra kilise ve camilerinin ziyaretçisi de çok; dînî ve mezhebi farklılıkları da öyle..
Mescidlerin ve evlerin içi temiz, düzenli; ama hele arka sokaklar düzensiz; daha doğrusu moloz benzeri döküntü fazla. Kokan çöp görmedik ama, yol kenarlarına bırakılmış inşaat artığı ve toz toprak hayli fazla. Fakat insanların sıcaklığı, kucaklayışları yanında bunlar veya binaların solukluğu veya isi hoş görülüyor. Onlar belediyenin kusuru olarak kalıyor.
Yemekleri; tipik Antep ve Urfa işi. Menüleri kim kimden almış, belirsiz.
Halep, Hama, Humuz ve Şam’daki restoranları 3 bin ila 7 bin kişilik. Kiminde atlı suvariler folklorik gösteriler yapıyormuş. Biz küçük retoranları tercih ettik; 500-3000 kişilikleri… Tatlıcıları ayrı gezdirdiler. Ondan olsa gerek, sofraya tatlı gelmiyor, meyve geliyor. Tatlıcı çarşıları turist avlama yeri. Müthiş görsellikleri var; her bir tepsi ayrı bir sanat eseri. Hepsi hafif; yakıcısı yok. İşi iyi biliyorlar.
Esnafı da tatlı, hoş muahabbet. Hemen Türkçe konuşmaya başlıyorlar. Oysa siz Arapça bir şey söylemeye çalışıyorsunuz. Veya “Türkî; İstanbulî?” diye sormalarını bekliyorsunuz. Sormuyorlar; çünkü biliyorlar. Ama siz söylerseniz; ellerini başlarının tepesine götürüp, “Başımızın tacısınız” demeye getiriyorlar.
Velhasıl sevdik oraları, o insanları, o şehirleri. Yaşanabilir yerler. Artık rahatlıkla, “Ben Suriye’de iken” veya “Ben Şam’a, Halep’e gittiğimde” diyebiliriz. Gitmeye, tozmaya, iş tutmaya, dost edinmeye değer yerler. Hatta yarı umre yapmak isteyenler için de manevi değerlikli yerler. Yahya, Zekeriya (AS) oradalar; biri Şam Emevi Camii, diğeri Halep Emevi Camii’nde bizleri buyur ettiler; el verdiler. Sizi de bekliyorlar; Bila-i Habeşî’ler, Halid bin Velîd’ler, Ömer bin Abdülazîz’ler, Muhiddîn i Arabî’ler..
En sıkı, en hevesli, en fazla sayıda ziyaretçi İran ve Türkiye’den. Ama üzücü bir yanı bu iki kardeş kitlenin; birbirimizle kucaklaşamadık. Sebep ve müsebbibinin yeri başka sefere kalsın.
Doğrusu; Sezai Karakoç güzel demiş:
“Doğrudur; Hatay da, İstanbul da, Bursa da, Konya da onların. Nasıl ki Şam da, Hama da, Bağdat da bizimdir.”
Suriye bizim, Türkiye de onların. Biz bir millet, bir ümmetiz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Nihat Bengisu Arşivi