Hüseyin Hatemi

Hüseyin Hatemi

Hukuk Devleti'ne istibdadın savleti

Hukuk Devleti'ne istibdadın savleti

Yanılmıyorsam, Merhum Namık Kemal'di, 1876 Kanun-i Esasîsi'nin hazırlandığı sıralarda “yoksa dünyada nasîb olmayacak mı bilmem?/Bize nev'-i beşerin hakkı olan hürriyyet?” şüphesini açıklamış idi. Gerçekten de bugüne kadar “demokratik Hukuk Devleti”ne kavuşamadık.

Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra Alman toplumu da demokrasiye ulaştığını sandı. Oysa demokrasiyi koruma rüşdünü gösteremediği için, Hitler “demokratik” yoldan başa gelerek ülkeyi felâkete sürükledi ve “demokrasi” için hazırlanmış kap içinde faşizm turşusu kurmayı başardı. “Ulusalcı sosyalizm” adı altında korkunç bir faşist istibdad Almanya'yı mahvetti. Dikkat edelim: Hitler; bir “hristiyan demokrat” görünümünde değil, “ulusalcı” perde altında ırkçı olarak ve sözüm ona ulusalcı-sosyal Devletçi görünümünde ortaya çıkmıştı. Savaşın korkunç hezimetinden sonra Almanya “ulusalcılık”la değil, yine Hristiyan değerleriyle kendine gelmeyi ve kısa zamanda kalkınmayı, kırk yıl sonra da “birleşme”yi başardı. Bir daha “Tabiî Hukuk düşmanları”nın iktıdara gelip demokratik düzeni yok etmemeleri için de halka -başka çare kalmamış ise- direnme hakkını tanıdı. (1949 Anayasası m. 20/4) Anayasal Düzen'e aykırı konuma gelen, hürriyetçi demokratik anayasal düzeni ortadan kaldırmak isteyen partilere karşı da kanunla önlem alınacağını belirtti. (m. 21/2-3)

Bizde, Alman Anayasası'nı örnek alan düzenleme; hürriyetçi demokratik anayasal düzeni korumak için değil, hürriyetçi demokratik anayasal düzenin bir gün gerçekten gelivermesi kâbusuna karşı, “militan antidemokratik düzen”in korunması kasdıyla yapıldı. “Militan antidemokratik düşünce”nin adı da “militan demokrasi” oldu. Doğru bir Hukuk felsefesi üzerinde düşünmek ve özlemini duymak şöyle dursun, böyle bir kavramdan haberi dahî olmaksızın Hukuk Fakülteleri'nden me'zun olan Hukukçular, istibdadın savletini “militan demokrasi”nin şahlanışı adı altında selâmladılar.

Bu Hukukçuların Millet'e Hukuka saygı adı altında yutturmaya çalıştığı yenmez-yutulmaz nesnelerin Hukuk olmadığını -maalesef- hukukçu olmayanlar daha iyi görüyor. Herhalde “Hukuk adına bu kadar cehalet kendiliğinden olmayıp ancak Hukuk Fakülteleri'nde tahsil edilebileceği için”, bu tahsilden yoksun kalanlar, “meslekî deformasyon”dan da masun kalıyorlar. Yanılmıyorsam, Radikal yazarı Gökhan özgün Hukukçu değil! Bu sebeple de “uzlaşmanın haysiyetsizleştiği nokta” yazısını yazabilmiş. (Radikal, 30 Mart 2008 Pazar). Heyhat! Bu yazıya karşılık, Hukukçu çoğunluğunun fetva ve kararlarına bakıldığında, insan derin bir acı duyuyor. Bütün temel Hukuk ilkeleri; gerçek anlamıyla ilgisi kalmamış bir lâiklik ilkesine indirgenmiş. “İslamophobie”, halkının çoğunluğu müslüman olan bir ülkede had dereceye varmış. AB'ne Türkiye'nin girmesi ihtimali de büyük bir kâbus sayılıyor. “Militan demokrasi” nikabını takınan antidemokratik düşünce, bu ihtimali önlemek için de bu kez başka tellerden çalıyor: - AB'ne girmek demek, misyonerliğe teslim olmak demektir!

Mantık ve tutarlılık, hele bu zaaflar yetmiyormuş gibi, bir de insaf ve adalet duygusu, insanın bu gibi “Hukukçular” nezdinde “vatan haini” sayılması için yeter de artar bile! Bir “Türk” nasıl olur da bir Türk'ün Dünyaya bedel olduğunu unutur ve “Türk olmayanlar”ın da eşit insanlık onuruna sahip olduğunu söyleyebilir?

Bütün bu Karagöz oyunu “figür”lerini oynatan, sık sık perdeyi yıkıp vîran eden Karagözcü kim? Parsayı kim topluyor? Sonuçta, demokrasinin son perdesi de viran olacak mı?

-Sahipsiz olan memleketin batması haktır/Sen sahip olursan bu vatan batmayacaktır! Demokratik görünüm altındaki perdeyi viran etme girişimleri karşısında yine mi sessiz kalınacak? Demokrasiyi savunanların cesaretsizliği ve “militan demokrasici”lerin cür'eti ne zamana kadar?

İstibdad, ister açıkça kaba güce dayansın, ister gaflet ve bilinçsizlik karşısında ucuz kurnazlık yöntemlerine başvursun, sürekli olmaz. Hakk'ın ne olduğunun tam bilincinde olan insanların azalması, çoğalacakları ümîdi ve iyimserliğini önlemez. Ne var ki Hakk bilincinin ve dolayısıyla Hukuk Devleti özleminin yerini, Hakk maskeli bâtılların makyavelizmi alır da, Hukukçular da tamamen “bozulmuş tuz” konumuna gelirlerse, Hakk'ın zayıflamasının âkıbeti toplum için acı ve ıztırap verici musibetler olur. Nehc-ul-Belage'ye bakıla!

Demokratik Hukuk Devleti'nin bu ülkeye haram olması için demokratik görünümlü tertiplere girişenlere karşı, Hukuk Devleti tarafdarları “meşru” bir savunmanın yolunu bulmada zaman kaybetmemelidirler. Biz Hukuk Devleti'ne ne zaman kavuşacağız? İlk Anayasa'dan (132) yıl geçtikten sonra hâlâ “kanun diye, kanun diye kanun tepelendi” tesbiti mi geçerli olsun? Hâlâ o terennüm, sayıdan, saygıdan ârî! Son nağmesi yalnız: - yaşasın sevgili millet! (veya ulus!) Millet yaşamaz Meclis'i müstahkar olurken/Sussun diye vicdanına yumruklar inerse! (Fikret).

Ey Azîzan, “demokratik Hukuk Devleti” terimi niçin yasak değil? Herhalde anlamı tamamen tepetaklak edildiği için! Meslekî deformasyondan muztarib Hukukçulara değil, cümle Azizan'a soruyorum: Demokratik Hukuk Devleti teriminin gerçek anlamını bilen ve bu anlamıyla özleyenler kimler? Lütfen, yorgan ve döşeklerinden de olsa, ellerini kaldırsınlar!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Hüseyin Hatemi Arşivi