Müslüman kadının başörtüsünü baş belası görenler (2)

Müslüman kadının başörtüsünü baş belası görenler (2)

“Bu yazıya ilham veren sözler...

10 Mart 2008 tarihinde, Türk Üniversiteli Kadınlar Derneği toplantısında dile getirildi. Toplantının... içeriğine dair bir video internet sitelerinde mevcut.”
“... Aralarında CHP milletvekili Necla Arat’ın da bulunduğu bir grup akademisyen ‘teyze’nin başörtüsü ve başörtülü kadınlar hakkında öfkelerini dile getirdikleri bir çeşit nefret ayini şeklinde geçen toplantıda, ‘Parıl parıl saten başörtülerini takıp yanımdan başları dimdik geçmelerini hazmedemiyorum’dan, ‘Kur’an’da adı geçmeyen o ‘baş sargısı’ için beyaz çarşaf giyiyor ve ortaya çıkıyorlar, bu ne utanmazlıktır!’a kadar varan cümleler sarf edilmişti.
Geçenlerde Çeşme’de yaşanan bir olay... 8 yaşındaki oğluyla birlikte denize giren Hatice Şenocak, mayo yerine vücudunun büyük bölümünü örten haşemasıyla denize girince, sonradan asker eşi olduğunu öğrendiği bir kadın tarafından çeşitli hakaretler eşliğinde saldırıya uğradı. Saldırganın, ‘İran’a, Arabistan’a, sizin gibi olan insanların ülkesine gidin!’ sözleri... zulmün mantığının değişmeyen kodlarını ifşa ediyor bize.
...Mevzubahis toplantının yapıldığı tarihler, hükümetin başörtülü öğrencilere üniversite yolunu açması beklenen bir düzenlemeyi gündeme getirmesinin hemen sonrasına denk geliyordu. Ve bu düzenleme 5 Haziran 2008 tarihinde Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmiş ve başörtülü kadınlara bir kez daha ‘hadleri bildirilmiş’ti.
Başörtülü kadınlar... Türkan Saylan’ın ifadesiyle, ülkenin ‘asıl sahipleri’yle eşit statüde olamazlar. Zira ucu milletvekilliğine kadar varabilecek yol en başından kesilmiş, vesâyet edenlerle vesâyet edilenlerin aynı denizi paylaşmaları bile mesele haline getirilmiştir, getirilmektedir.
...Çeşme’de yaşanan olayda saldırganın, yanındaki arkadaşlarına ‘Hadi şunu boğalım’ diyecek kadar gözünün dönmesine sebep olan sâik nedir?
Bence bu soruların cevabı yine başörtülü kadınları kamusal alandan kovmaya çalışanların kendi sözlerinde saklı: ‘Örümcekler! Utanmıyor musunuz denizi kirletmeye, Atatürk Cumhuriyetini kirletiyorsunuz!’
Modern ulus-devlet ideolojisinin en önemli nüans noktalarından birisini işaret eden bu cümle kısaca şunu söylüyor: Biz 87 yıl önce devrimimizi yaptık, ülkemizi/bahçemizi sizin gibi örümceklerden temizledik, şimdi olur olmaz her yerde karşımıza çıkıp sinirlerimizi bozuyorsunuz!
...Bu bağlamda haşemayla denize giren bir kadını denizden kovmak, saldırgan için bahçeyi temiz tutmak adına yerine getirilmesi gereken bir sorumluluk haline geliyor. Haşemayla denize giren kadınsa derhal bahçeden temizlenmesi gereken ‘pis’ bir ayrık otundan başka bir anlam ifade etmiyor. Saldırganın, bir taraftan Hatice Şenocak’a saldırırken diğer taraftan Şenocak’ın az ilerideki kuzenine de ‘Sıranı bekle!’ demesi, bütün ‘ayrık otları’na aynı muameleyi yaptığının/yapacağının da göstergesi olsa gerek.
...Ayrık otlarının olur olmaz her yerde karşısına çıktığı bahçıvanlar için, iş artık çıldırma noktasına varabiliyor. Bu noktadan sonra bir türlü temizlenemeyen ayrık otlarına karşı duyulan öfke giderek büyüyor. Ve her başörtülü kadın düzen bozucu, pis bir ayrık otu olarak muamele görmeye başlıyor.
Baş örtme eyleminin kendisi ise başlı başına bir isyan, kurulu düzene saldırı olarak algılanıyor.
...Hayatının hemen her bölümü ‘kamusal alan’ vesâyetine alınan başörtülü kadınlar, gittikçe büyüyen bir nefretin nesnesi haline getiriliyor. Bu anlamda, üniversitelerdeki yasaktan sokaklardaki müdâhalelere, siyaset yasağından denizdeki mahrûmiyete kadar her türlü kötü muamelenin aynı algı kalıplarından beslendiği açık.
Yine denizde haşemasıyla yüzen bir kadını küçücük çocuğunun yanında boğmak isteyen bir kadınla, ülkedeki kadınların %60’ının hayatını gasp etme ‘yetki’sini kendisinde gören Anayasa Mahkemesi arasında da pek bir fark yok.
...Bir de tüm bu ayrımcı kodların çıkış noktasını teşkil eden ve Mine Kırıkkanat’ın ‘Kamusal alanda Allah’ın da yeri yoktur. Kamusal alanı Allah’tan kurtarmaya çalışıyoruz’ sözlerinde vücud bulan bir problem var ki, bu da başlı başına bir ayrı bir yazı konusu.”
Değerli okuyucular! Bu yazı, Havva Yılmaz’ın Türkiye’deki başörtüsü ve başörtülü düşmanlığı hakkındaki makalesinin -özü korunmaya çalışılarak alınan- kısaltılmış halidir.
Gördüğünüz gibi okurken insanın adeta kanı donuyor. Memleketimizdeki başörtü/çarşaf/tesessür düşmanlığı maalesef bu dereceye ulaşmış. Ve bunu bizim gibi Kılıçdaroğlu da biliyor.
Sayın Kılıçdaroğlu referandum konuşmaları boyunca “Başörtüsü meselesini biz çözeriz. Arkadaşlarımız bu konuda çalışıyorlar” dedi. Çalışan arkadaşları içinde acaba Necla Arat da var mı?
“Arkadaşlarımız çalışıyorlar” derken, “Arkadaşlarımız başörtüsüne İslâm’a uygun olmayan bir şekil bulmaya çalışıyorlar” demek istemedi ve milleti oy vermeden önce oyalama politikası gütmediyse, şu anda imkân önünde. Hazır Sayın Başbakan “Hatta bu meseleyi onlar ele alsınlar biz onların arkalarından gidelim” diyor. İşte size imkân! Buyurun çözün Sayın Kılıçdaroğlu.
Şu bilinmeli ki, bundan sonra başörtüsü meselesine bîgâne kalanlara iktidar yolu ilânihâye kapalı.
Bir de, ömür boyu başbakan kalmak isteyen varsa buyursun Ayasofya’yı ibâdete açsın, ömür boyu başbakan kalsın.
Not: Biri Kadir Gecesinin feyiz ve bereketinin ardından, diğeri de günah kirlerinden temizlenilen bayramın ertesinde ebedî hayata başlayan Nuri Aykon ve Olcay Yazıcı’ya rahmet, yakınlarına başsağlığı diliyorum.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi