Doğrusuyla yanlışıyla Ramazan hizmetleri...

Doğrusuyla yanlışıyla Ramazan hizmetleri...

İbâdetlere en az bire on sevap veriliyor. Onun için, içinde bulunduğumuz Şevval ayında 6 gün oruç tutanlar senenin tamamını oruçlu geçirmiş olurlar. Ramazan orucuna en az 10 aylık, 6 gün Şevval orucuna da 60 günlük yani 2 aylık sevap verilince, tamamı 12 ay eder, yani bir sene...
Bu Ramazan’da, -geçen senelerin aksine- televizyonlarda dînî konuşma yapanlar Müslümanların zihinlerini bulandıracak şeyler söylemeyip güzel konuşmalar yaptılar. Bir-iki mâlûm şahıs hâriç...
Onlar da zaten belli. Birisi hırçınlığıyla meşhur, diğeri de cehliyle...
Hırçın olandan bahsetmeye bile üşeniyorum. Cehliyle mârûf olana gelince:
Çok basit bir Arapça kâideyi bile bilmediği için, bir tv programında bir âyete yanlış mânâ vermişti. Sayın Serkan Tekin kendisini hemen îkaz etti. Ama o kendisini müdafaadan acizdi. Cevap vermeye kalkıştıysa da ilmi kâfi gelmeyip cehli de cevap vermesine engel olduğu için mecbûren suskun kaldı.
Çünkü âlimliği işte bu kadardı. Ama karşısında ilim sahibi olmazsa tv’de aslanlar gibi konuşuyor...
Beraber çıktıkları bir tv programında, Kezban Hâtemî, “İslam’da mut’a nikâhı olduğunu” iddia etmişti. O da güya itiraza yeltendi. Ama Kezban Hâtemî bir âyeti -yanlış olarak- mut’aya delil getirdiği halde bu büyük âlimin gıkı çıkmadı, Hâtemî’nin karşısında tek kelime söyleyemedi. İlmi işte bu kadar...
Dahası var. Bu sene üçayların başında Regâib kandilinde çıktığı bir programda da, “Kandil gecelerinde ayrıca ibâdet yapmanın yersiz yanlış ve zararlı” olduğunu söyledi.
Niçin zararlıymış? Efendim bu gecelerde ibâdet yapanlar çok sevap aldıklarını düşünerek kendilerini emniyette hissederler ve diğer zamanlarda ibâdet yapmazlarmış. Onun için kandil gecelerinde ayrıca ibâdet yapmak zararlıymış.
Belli tv kanalları, Ramazan’da işte böyle belli kimseleri getirip konuşturuyorlar.
Yukarıda mâlûm kelimesiyle bahsettiğim ilâhiyatçılardan birisi işte bu zattı. Derin (!) ilmiyle yaptığı konuşmalarla Ramazan’da Müslümanların zihinlerini mâmûr etti...
Bu Ramazan’daki hezimetin pardon hizmetin bir de başka türlüsü vardı. O da şöyle:
Ramazan ayı sanki ibâdet ayı falan değil, eğlence ayı. Ve sanki Ramazan’da Müslümanları ibâdetten uzaklaştırıp eğlenceyle oyalamanın büyük sevabı var. Onun için bazıları, “Biz de Müslümanları Ramazan’da eğlendirme sevabı(!) alalım” düşüncesiyle olmalı ki hiçbir fedâkârlıktan kaçınmadılar...
Ramazan’da Müslümanlara, bir Kuzey Amerika müziği olan caz müziği ikramında bulundular. Müslümanlar zahmet çekmesinler diye de İstanbul’un büyük câmilerinin yanıbaşlarına sahneler kuruldu, konserler verildi. Müslümanlar konser sevabından mahrum kalmasınlar diyedir herhalde.
Müslümanların ayaklarına kadar getirdikleri caz müziği dinlendikçe, kim bilir bunu yapanların amel defterlerine ne büyük ecir ve karşılıklar yazılmıştır...
Eh bu hizmetlerinin karşılığını zaten âhirette eksiksiz olarak görecekleri kesin...
Evet bu Ramazan, Müslümanları Kuzey Amerika müziği olan caza ve eğlenceye çekme gayretleriyle geçti. İnsanları caz dinlemeye davet eden bu kimselerin teravihe davet ettiklerine hiç şahit oldunuz mu?
Ne daveti! Saz-caz, Ramazan eğlenceleri/etkinlikleri diyerek insanları teravihden uzaklaştırdılar...
Nedir bu bilhassa son senelerdeki Ramazan’da bile Amerika bağımlılığı, Amerikanvârî telkinler!
ABD ile irtibatı olmayan, hatta onlara kafa tutan devlet ve milletler perişan mı oluyorlar?
Bizim Kuzey Amerika müziğine ve ABD’den gelen telkinlere ihtiyacımız mı var?
Bizim ihtiyacımız, sadece Kâbe ve Mescid-i Nebevî mahreçli telkinlere, Kur’an ve hadisleredir.
Sazı-cazı ve diğer çalgıları câmiye sokamayanlar, câmi cemaatini sazlı-cazlı salonlara toplayıp oralarda sazlı-cazlı ilâhî ve kasîdeler dinletiyorlar.
Beyler! Bu plan kimin, kimlerin planı?..
Size bir misal daha:
Cumhuriyetin 75. yılını kutlamak adı altında, Türkiye’den Kazakistan’a şarkıcı kadınlar götürülüyor. Orada çalgılı şarkılı kutlama yapılırken, abdestinde namazında bir insan olan Ramazan Bey gözleri yaşararak, “Aman Allahım! Şu müziğin birleştiriciliğine bakın” diyor...
Güler misin, üzülür müsün!..
Adam kötü niyetli değil. Ama kalpler ve zihinler işte böyle iğdiş ediliyor...
Hizmete bak hizmete! İnanç ve ibâdette birleşen insanları, oradan çekip müzikte birleştiriyorlar.
Müziğin birleştiriciliği imiş...
Öyle ya canım, her yol birleştiriciliğe çıkar. Öyleyse, Ayasofya dâhil, din dâhil aklımıza ne gelirse hepsini istismar edip birleştiricilikte kullanalım...
Bunun sonu, Ekber Şah’ın yaptığı gibi dinlerin birleştirilip hepsine birden “Din-i ilâhî” ismi denilmesine gider.
E canım zaten “İbrâhîmî dinlerde birleşelim” demiyorlar mı?
Bunların hepsi zır câhil mi? Bu sözde art niyet olmasa, içlerinden biri çıkıp da niçin, “Kardeşim, İbrâhîm Aleyhisselam’ın kaç çeşit dini var? İslam dini tek ilah inancına, Hıristiyanlık ise üç ilah inancına dayanıyor. İkisi de –hâşâ- nasıl Hazreti İbrahim’in inancı olur” demez?
Demez... Çünkü bu bile bile lâdestir. Yoksa bilgisizlik, düşünememe falan değil...
İtiraz ve cevaplara her zaman açık olduğumuzu bir defa daha tekrarlayalım...

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi