Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

Mayın tarlasında iz sürmek

Mayın tarlasında iz sürmek

Dünkü yazımın sonunda sorduğum soruyu hatırlıyor musunuz?..
Okumayanlar, ya da hatırlamayanlar için bir defa daha soruyorum: “Geçenlerde (6 Ekim) İngiliz işgalinden kurtuluşunu kutladığımız İstanbul’u kurtarmak için İngilizleri hangi cephelerde yendik?”
Gerisi de var...
İstiklâl Mücadelemiz sırasında hangi cephelerde İngilizlerle savaştık?..
Ne iş, İngilizler Başkentimizi (İstanbul) işgal ediyor, ama biz İzmir’e giren Yunan ordusuyla savaşıyoruz...
Ayıptır sorması, İtilaf Devletlerine (ki, 1914 yaz başlarında oluşmuştur) son anda (27 Haziran 1917) katılan ve güçsüzlüğünden dolayı isamisi bile okunmayan Yunanistan, İzmir’de ne arıyordu?
Çünkü İngiliz yönetimi davet etmişti: “Biraz silahın ve askerin varsa çık İzmir’e” diyerek...
O da öteden beri istediği İzmir’e çıkmıştı. Tabiî sonrasında İngiliz yardımlarıyla destekleneceğini ummuştu. Havasını aldı: İngilizler desteklemek şöyle dursun, hatta zaman zaman kösteklediler. İzmir’e askerî mühimmat ve gıda maddesi taşıyan Yunan gemilerinin yolu kesildi. Ege havalisindeki Yunan birlikleri bu yüzden desteksiz kaldılar ve İngilizlere ateş püskürmeye başladılar.
Bu “Tavşana kaç, tazıya tut” şeklinde tanımlanmaya müsait bir “İngiliz oyunu” muydu?..
Ankara heyetine bir “zafer” mi armağan etmek istemişlerdi?
Ne karşılığında?..
Gelin işi biraz daha baştan alalım...

İtilaf Devletleri’nin ortak saldırısını püskürtüp, 250 bin şehidin kanı pahasına kazandığımız muhteşem Çanakkale Zaferi’ne rağmen, Birinci Dünya Savaşı’nı kaybetmiştik...
İngiliz ve Fransız birlikleri, daha önce imzalanan Mondros Ateşkes Antlaşması’na (30 Ekim 1918) dayanarak ülkemizin bazı bölgelerini işgal ettiler...
Bu arada İstanbul’a da girdiler...
Önce (6 Kasım) Boğazlar silahsızlandırıldı. 7 Kasım’da ise işgal güçleri Çanakkale’den geçti ve Osmanlı’nın başkenti İstanbul’a ulaştı. 13 Kasım 1918’de müttefiklerin 55 parçalık gemilerinden İstanbul’a 3500 asker çıkarıldı. İngiliz Albayı Muerpi İstanbul’a geldi. İngilizler, Fransızlar, İtalyanlar, bu güçleri takip etti. Böylece 465 yıllık Osmanlı başkentine ve dünya Müslümanlarının Hilafet Merkezi’ne ilk kez yabancı askerler girmiş oluyordu.
Resmi tarih, olayı şöyle anlatıyor: “İtilaf Devletleri donanmaları 30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros Ateşkes Antlaşması’na dayanarak 13 Kasım 1918’de Haydarpaşa önlerine demirleyip istanbul’a girdiler. Fiilen gerçekleşmiş olan işgal, 16 Mart 1920 günü resmi işgale dönüştü.
“Kurtuluş Savaşı’nın zaferle bitmesinden sonra Refet (Bele) komutasındaki bir Türk birliği İstanbul’a girdiyse de, işgali resmi olarak kaldıramadı...”
Kafaya takılan soru: “Bu ne menem iştir ki; İngiliz-Fransız işgali altında bulunan İstanbul’a Türk birlikleri giriyor, ama tek mermi patlamıyor. Ne İstanbul’a saldıran var, ne de savunan. Öylece bakışıp duruyorlar mı yani?.. Bunlar dost mu, düşman mı?”
Başka bir soru: “Kurtuluş Savaşı’nı biz İngilizlere karşı mı verdik, yoksa İngiliz teşvikiyle 15 Mayıs 1919’da İzmir ve havalisini işgal edip Bursa’ya kadar ilerleyen Yunanlılara karşı mı? İngilizleri hiçbir cephede yenmediğimize, hatta savaşmadığımıza göre, Yunanlıları yendiğimiz için İstanbul’daki İngiliz işgali neden kalksın?”
Resmi tarih, sorularımızı kulak ardı ederek, şöyle devam ediyor:
“4 Ekim 1923 günü düzenlenen bir törenle (işgalciler) Türk Bayrağı’nı selamlayarak şehirden ayrıldılar...”
“5 Ekim 1923’te şehrin Anadolu Yakası’na gelen Türk ordusu, 6 Ekim 1923 günü coşkun bir bayram havası içinde, sevinç gözyaşları arasında ve çiçek yağmuru altında İstanbul’a girdi.”
Ne işgalmiş bu da yani?.. Bayrağımızı selamlayıp gidiyorlar!
Bizimkiler de ellerini-kollarını sallayarak Osmanlı’nın başkentini teslim alıyor...
İnce bir ayrıntı: İstanbul bir süreden beri “Osmanlı Başkenti” değildir...
“Hilafet Merkezi” de değildir; çünkü İngilizler giderken, şehrin “Başkent” kimliğiyle birlikte “Hilafet Merkezi” kimliğini de beraberlerinde götürmüşlerdir.
“Halife-i Ruyi Zemin” de zaten bir İngiliz gemisindedir!
“Suikastların ve kuşkulu ölümlerin tarihi seyrini konuşurken, bu konu gündemimize nereden girdi?” diyeceksiniz...
Haklısınız. Belki de hiç girmemesi gerekiyordu. Ama düşünün istedim: Acaba İngilizler Halife’yi bir şekilde götürmek için mi gelmişlerdi?
Böyle ise bu konu, acaba, “Hilafeti taammüden öldürmek” şeklinde anlaşılabilir mi?
Yani bu olay da bir nevi “siyasi suikast” sayılabilir mi?
Yakın tarihin mayın tarlasında iz sürmekten vazgeçip, konuyu kapatalım ve Sultan Genç Osman’ın öldürülmesine gelelim.
Gelelim dedik, ama gelemiyoruz...
Yine “yarına inşallah” diyoruz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi