Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

“Yavuz, Alevileri kesti!” mi?

“Yavuz, Alevileri kesti!” mi?

Dedik ya, günün modası Yavuz’a saldırıp Şah İsmail’i yüceltmek...
“Türkçe şiir” yazdığı için Şah’a daha yakın, “Farsça şiir” yazdığı için Yavuz’a daha uzak durmak...
Maksat, hem “Türklük kurtulsun”, hem de Alevi kardeşlerimiz rahatsız olmasın!
Peki tarihi gerçekler ne olacak? Yavuz’u “katliamcı” gibi göstermenin tarihi sorumluluğunun altından nasıl kalkılacak?
Tarihe günün şartlarından, hele de “moda” akımlarından yaklaşmak, tarihi “tağyir”, hatta “tahrib” eder.
Tarihçi kimseyi mutlu, yahut tedirgin etmekle görevli değildir. Görevi tarihi gerçeklerle buluşup halkını yüzleştirmektir. Bu kadar!
Vakıa Yavuz Sultan Selim, oldukça sert, ama alabildiğine de mert bir Padişah’tı...
Sert olması âdeta bir zorunluluktu: Çünkü babası Batı ile uğraşırken, Doğu’da bazı boşluklar oluşmuştu. Şah İsmail de oluşan boşluklardan girip kendi saltanıtını güçlendirme yolunu seçmişti.
Sonuç olarak Anadolu kaynıyor, Şah İsmail’in “halife”leri sözün tam mânâsıyla, “köpeksiz köyde değneksiz” dolaşıyordu.
Ağzı iyi lâf yapan İsmaililer, bütün ustalıklarını kullanarak insanları kandırıyor, Şiiliği yayıyor, köy köy, aşiret aşiret dolaşıp Şah’a para ve asker topluyorlardı.
Osmanlı “varlık”la “yokluk” arasına sıkışmıştı: Devlet hayatının devamı, Şah İsmail’in bertaraf edilmesine bağlı hale gelmişti.
Bu durumda, sadece Yavuz değil, dün ve bugün, sorumluluğunun idraki içinde bulunan hiçbir yönetici “nemelâzım” diyemez.
Şah’ın üzerine hışımla yürümek zorundaydı. Ama önce şeyhülislamın “fetva”sı gerekiyordu.
Şeyhülislâm, Anadolu’da farklı bir inanç sisteminin propagandasını yapan, o sistemi tüm Anadolu’ya hâkim kılmaya çalışan, bu amaca ulaşmak için de hiçbir kutsal değer tanımayan ve zaman zaman ayaklanmalar çıkaranların “âsi” ve “bağı” olduğuna dair fetvayı verdi.
Fetva, Padişah fermanı eşliğinde valilere ulaştıktan sonra, sıkı tedbir alındı. Şah taraftarları izlenmeye ve tek tek tespit edilip kayıtları tutulmaya başlandı. Sonra da üzerlerine asker sevk edildi. Elebaşılar yakalandı, yargılandı ve durumlarına göre kimi zindan, kimi kürek, kimi idam aldı.
Söyler misiniz, hangi kurumsal devlet kendine isyan eden grupları kendi başına bırakır?
Devlet olmanın şanı “tehdidini ikaa muktedir” olmaktır. Yoksa devletin devletliği kalmaz, yolgeçen hanına döner.
40 bin rakamı da zaten desteksiz atışa girer. Alevi camiayı kızdırmama hesabına bunu kabullenmek, hem Osmanlı’ya, hem Yavuz Padişah’a, hem de tarihe karşı büyük bir saygısızlıktır.
Nitekim akademisyenlerin çoğu bu sayının gerçeklikten uzak olduğunu söylüyorlar. Tarihçi Mustafa Akdağ, “Bu pek şişirilmiş bir sayıdır” diyor, “Çünkü bu Padişah devrine ait pek çok mahkeme defterleri hâlâ elimizdedir. Bunlar üzerinde yaptığımız araştırmalarda, bu çapta kitle idamlarına rastlayamadık. Eğer öyle kanlı bir olay geçseydi, bu defterlerde yer alması zorunlu idi.”
Hatta Robert Mantran gibi gerçeği arayan bazı Batılı tarihçiler bile bu tür iddiaları “desteksiz atış” manzumesinden sayıyor ve şöyle diyor:
“Göründüğü kadarıyla, bu ‘büyücü avı’, özellikle olaylara bulaşan tımar sahiplerini yerlerinden atmak ve bilinen elebaşları öldürmekten ibaret kaldı. 1513 ya da 1514’te olan 40.000 sapkının kırılması efsanesini destekleyen hiçbir kanıt yok elimizde.”
Şimdi, biraz çekinerek de olsa, “Yavuz 40 bin Alevi kesti” iddiasına şöyle bir iddia daha eklendi:
“Belki de Şeyhülislâm, bu fetvayı, korktuğu için vermiştir.”
Yazının bundan sonraki kısmında bu iddiayı da inceleyelim.



Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi