Barışı görmeden ölmek istemiyoruz!

Barışı görmeden ölmek istemiyoruz!

Anılar, yaşamöyküleri her zaman ilgimi çekti, çekmeye de devam ediyor.
Onları okurken, hem kendi hayatımı sorgular, hem de bir şeyler kapar öğrenirim.
Önümde böyle üç kitap var:
Bir Dönem İki Kadın; Oya Baydar, Melek Ulagay, Can Yayınları.
Benim Cumhuriyet’im; Emine Uşaklıgil.
‘Vatansız’ Gazeteci; Doğan Özgüden, Belge Yayınları.
Üçünü de dikkatle, severek okudum, bazen duygulandım, düşündüm.
Üç kitap da birçok yerinde benim kendi kişisel tarihime dokunuyor. Aynı çalkantılı dönemleri ben de yoğun olarak yaşamıştım.
İlginç olan şu:
Herkes gerçeğin bir tarafından yakalıyor, bırakmıyor. Herkesin pencereleri de farklı.
Sen öyle bakıyorsun, o böyle bakıyor. Belki aynı şeye bakıyorsunuz ama farklı görüyorsunuz.
Bellek, eski deyişle hafıza da öyle. Senin unuttuğunu, o unutmuyor ya da o senin hatırladığın gibi hatırlamıyor. Bu nedenle yorumlar da farklılaşıyor.
Olabilir.
Ama anılarla, yaşamöyküleriyle birtakım farklılıkların su yüzüne çıkması güzel bir şey. Bu sayede gerçek daha iyi belirginleşiyor, neyin ne olduğu daha anlaşılır hale geliyor.
Belki tarihçilerin işi de kolaylaşıyor.
Emine Uşaklıgil’in “Benim Cumhuriyet’im” kitabı bu bakımdan önemli.
Yarın Cumhuriyet gazetesinin tarihini yazacak olan tarihçiler, hem Uşaklıgil’in bu kitabından, hem Hasan Cemal’in “Cumhuriyet’i Çok Sevmiştim”inden, hem de başka meslektaşlarımın mutlaka yazacakları Cumhuriyet kitaplarından yararlanacaklar.
Gerçek bir değil, bin yüzlü.
Kimse tekeline alamaz gerçeği.
Hepimiz neyi ne kadar görebiliyorsak, o kadarını biliyor, yazıyoruz.
Elbette iddialarımız, değerlerimiz var. Gücümüz, nefesimiz yettiği kadar savunuyoruz bunları da...
Ama yaşadıklarımızı mutlaka yazmak ve gelecek kuşaklara kendi deneyimlerimizi aktarmak büyük önem taşıyor.
Daha çok olgunlaşmak, daha fazla demokrasi kültürü edinmek istiyorsak, bizde çok cılız olan anı, yaşamöyküsü ve özyaşamöykülerinin sayısını mutlaka arttırmak zorundayız.
Kısacası, kendine güvenen yazsın!
Bu açıdan ‘Bir Dönem İki Kadın’ gerçekten çok değerli.
Oya Baydar farklı bir yerden geliyor. 1960’larda sol konusundaki çıkış noktasında, Türkiye İşçi Partisi(TİP)- Türkiye Komünist Partisi(TKP) çizgisi ağır basıyor.
Melek Ulagay’ın çıkış noktası içinse Maoculuk denebilir.
Bir taraf, parlamentocuydu. Öteki taraf için iktidar namlunun ucundaydı. İki taraf da kapitalist düzeni, devleti yıkmaktan yanaydı ama farklı yollardan...
1960’lar, 1970’ler...
Hepimizin Türkiye’yi ve dünyayı çabucak değiştirebileceğimizi sandığımız yıllar...
Oya’yla Melek’in ortak kitabını okurken, ben de kendi kişisel tarihimi biraz da hüzünle gözden geçirmiş oldum.
Bebek’teki Nazmi’den (“Baharda erik çiçekleri tabaklarımıza, kadehlerimize düşerdi Nazmi’nin bahçesinde...”) 12 Mart’a, 12 Eylül’e, Mamak, Selimiye zindanlarına, hapse düşen, işkencehaneden geçen, daha güzel bir dünya için dağa çıkanlara, dağda ya da idam sehpasında gencecik yaşta hayata veda edenlere, yolu sürgüne düşenlere ve de yaşanan hayal kırıklıklarına kadar çok şeyi bazen içim sızlayarak, bazen duygulanarak okudum.
Bir bakıyorsun hayat geçivermiş...
Oya Baydar’ın şu sözleri:
“Beni yıpratan, bezginliğe düşüren soru, ‘Neden bu yollardan yürüdüm?’ değil; bunca yılın, bunca yolun vardığı yer neden başlangıç noktasına bu kadar yakın, nerede hata yaptık, neyi ıskaladık sorusu... 70 yaşıma gelmişim, önümde az zaman kalmış, insan umut verici bir şeyler de görmek istiyor şu ahir ömründe.
Geçenlerde yaşı yetmişe dayanmış olanlar, bir yaşlılar heyeti kurduk, her zamanki gibi bir de metin çıkardık. O metnin son cümlesi, ‘barışı görmeden ölmek istemiyoruz’du.”
Barışı görmeden ölmek istemeyen, barış ve demokrasi mücadelesine bir ömür koymuş bir başkası da Doğan Özgüden, bir meslek büyüğüm.
Doğan Özgüden deyince, bir dönem Genel Yayın Yönetmenliği’ni yaptığı 1960’ların solcu gazetesi Akşam, ama özellikle haftalık Ant dergisi ve Ant Yayınları’nın çıkardığı kitaplar gelir.
Ben dahil 1960’ların solcu, devrimci gençliği, sanıyorum, Doğan Özgüden’in yönettiği, güzel ve çarpıcı kapak düzenini eşi İnci Özgüden’in yaptığı yayınlardan çok etkilenmişti.
Doğan Özgüden’in ‘Vatansız’ Gazeteci’sini bir solukta okudum, çok şey hatırladım, çok şey öğrendim.
Ve düşündüm:
Barış, demokrasi kolay olmuyor.
Zaman ve sabır istiyor. Uğruna mücadele ve fedakârlık gerekiyor. Bir bedel ödemeden, birtakım acı kopuşlar yaşanmadan barış ve demokrasi kapıyı çalmıyor.
Bir Dönem İki Kadın’la ‘Vatansız’ Gazeteci’yi okurken bu gerçeği bir kez daha hissettim, bazen içim acıyarak...
Sonra da Oya Baydar’ın aktardığı o dizeleri Özdemir Asaf’ın:

Daha gidecek yerlerimiz var,
Kalacak bir türkü söyler gideriz.

İyi pazarlar!

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi