Ali Eyvaz

Ali Eyvaz

İnkılâb etmek mi devrim yapmak mı?

İnkılâb etmek mi devrim yapmak mı?

Başlıktaki soru, “inkılab etmek” yanında şu sıralar tedavüle sürülmüş olan şekil ve muhtevasıyla “devrimi”, “yemek yapmak” gibi bir düşük kategoriye sokuyor ki zaten anlaşılmasını istediğimiz düzey de budur.

Çeribaşı “Yol menzilin kendisidir. Kalkın!” diye haykırdığında Hint yarımadasından İspanya’ya, oradan Meksika’ya kadar bütün dünya coğrafyası karanlıklar içinde yanıp sönen, devasa boyutlarda dalgalanan ve fakat biteviye yol alan ışıldaklar denizinde yeryüzü baharlarına uyanacaktır.

Ve o işte o zaman bahtsız insan, Büyük Kâhin’in dediği gibi “dibe inmek için beline bağladığı, sandığını keşfedecektir dibe ulaştığında.”

İnsanın gidebileceği, kendinden başka bir menzilinin olmadığı, hayat boyunca gidilen yanlış ve doğru bütün menzillerin hep aynı yere çıkmasından anlaşılacaktır: Ölüm.

Demek ki amaç, nasılsa gidilecek olan menzile varmak değil. Esas amaç, sonucun ölümden başka bir şey olmadığını akılda tutarak devamlı yolda olmaktır.

O halde devrim nedir? Hürriyet kimin yitiğidir? Demokrasi ve insan hakları hangi paganın sıfatlarıdır?
Halayığa çevrilmiş kavramlarla salak yerine konulan insanın Mısır’da, Tunus’ta dünya baronlarının tavsif ettiği kanıksanmış tutsaklığı, bu cümlenin dışında var olmuş Libya’ya ve Suriye’ye, daha sonra da İran’a ve Filistin-Lübnan hattına şamil kılınacaksa, elde edilecek olan bu getiri, kafirlerin 200 yıldır emek verdiği Evrensel Homojen Devlet idealine yazılmayacaksa, nereye yazılacak?

Tecavüzcüsüne aşık bahtsız insanın kendi eliyle kazdığı bu mezar, “evini kendin yıkmazsan, hizmetimin karşılığı olan yıkım parasını senden alırım” diyen ceberut belediyenin pervasızlığından çok daha hazin hatıralar bırakacaktır hepimize.

İşte o vakit ne haklı çıkanlar “biz demiştik” sözünün cakasını satacak iştihada olacaklar, ne de salaklığını ispata memur olarak ömrünü tüketmişler çıkıp, “tövbekârız” diyebilme takatini kendilerinde bulabilecekler.

Faşizm sadece belirli bir kesimin belirli metotlarla ve belirli gruplar üzerine yaptığı bir tahakküm hareketi değildir. Ezenin ve ezilenin dayatılan bu hususi rollere razı olması ve o rolü gönüllü olarak oynamasıdır. Köleyi azat ettiğinizde gitmiyorsa; dışarıda conguluslar, gulyabaniler, umacılar olduğunu düşünüyorsa, o köleyi ısrarla hürriyete sürmek, cehennem sürgününden beter bir işkencedir. O halde razı olunmuş hayatlara bireysel müdahalede bulunmak anlamsız ve yersizdir. Razı olunmuş o hayatları olanca kolektif getirisiyle reddetmenin mümkün olduğunu kendi yaşamlarında gösteren devrimci dervişler, faşizme en yürekli biçimde cephe almışlar demektir.

Bir köleye, düzenli ve ücretli bir iş sözü karşılığında mevcut sosyal durumunu değiştirme teklifinde bulunduğunuzda buna razı olacaktır. Nitekim olmuştur. Yani “özgür yaşam”a ancak belirli garantiler kapsamında rıza gösterecektir ki bu yeni durumun bir başka kölelik olmadığını kim söyleyebilir.
Tıpkı başörtülü öğrencilere “eğitim özgürlüğünü”, ancak onların başörtüsünü bir “insan hakkı” olarak gördüklerini beyan etmeleri karşılığında bahşetmek gibi. Mesela onlar “Hayır bu bir hak değildir. Örtünmek ancak bizim gibi hür ve asil kadınların imtiyazında olan bir vecibedir. O bakımdan hiç kimse bize karşı lütufkârane pozisyonda olamaz” dedikleri vakit, ebedi özgürlük herhangi bir sosyal statüye bağlı olmaksızın hükmünü ilan edecektir.

Ancak bu hükmü ilan ettirecek kişilerin ta başından itibaren kendilerini köle olarak nitelememeleri ve masaya oturmayı reddetmeleri gerekir.
Mesela Ortadoğu’da “demokrasi” karşılığında Haçlı ittifakına neyin verildiğine çok iyi bakmak lazım. Elinde Fransız ve Amerikan bayrağı sallayan göstericilerin masaya oturmak bir tarafa, masaya vatanı ve bağımsızlık şiarını çoktan sürdükleri apaçıktır.

Peki bunun dışında bir yol var mıdır? Böyle konuştuğunuzda karşınıza çıkartacakları ilk soru budur. Mevcut kölelik alışkanlığıyla yöneltilen bu tür sorulara verilecek her cevap, kurulu sistemin bir parçası olmayı kabul etmektir.

Mesela İslamcılığa Ak Parti üzerinden dayatılan rolü reddettiğinizde de, muarızlarınız, içinde bulundukları cehaletin özeleştirisini yapmak yerine, ısrarla size saldırır ve sizi kafasındaki kurulu kategoriyi bozduğunuz için yalnızlaştırarak yok etmeye çalışır. Bunu yaparken de en büyük desteği karşı çıktıkları kamptan görürler. Bu iki kampın gönüllü bölünmüşlüğü faşizmin ta kendisidir.

O halde razı olunmuş hayatlara ve birbirine danışarak bölünmüş siyasaya karşı isyan, sonucunda hiçbir dünyalık elde edilmeyeceği açık bir kalkışma olmasının yanı sıra, yolda olmanın ve o yolun varış noktasının bu dünyada bir yerlerde bulunmadığının da beyanıdır.
Zira biz burada yemek yapmıyoruz Sinyorita, inkılab ediyoruz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ali Eyvaz Arşivi