Sıradan hayatların yarattığı mucize

Sıradan hayatların yarattığı mucize

Kuşların çılgın senfonisini sadece bastığınız kuru dalların çatırtısı bozuyor.

Kağıt üretimi amacıyla kurulmuş koca bir ormanda yürüyoruz.

Belirli boya gelen ağaçlar kesiliyor, yerine yenileri dikiliyor.

Kuzey ülkelerinin hayatında ağaç önemli bir rol oynuyor.

Rehberimiz bölgede yaşayan bir avcı.

Geyik ve balık avıyla yıl boyunca evinin et ihtiyacını karşılayan tipik bir Kuzeyli.

Yıllarca Norveç’te bulldozer operatörlüğü yaptıktan sonra ülkesine geri dönmüş.

Kocaman elleri, iri yarı cüssesiyle profesyonel bir Amerikan güreşçisini veya gece kulubü fedaisini andırıyor.

Çok iyi olmayan İngilizce ile bize ormanı anlatıyor.

Geceden gündüze geçişi sadece saate bakarak anlayacağınız ‘’Beyaz Geceler’’ yaşanıyor buralarda.

Sabah sekiz ile gece onbir arasında aydınlık farkının olmadığı bir zaman dilimindeyiz.

Aydınlıkta uyumaya alışık olmayanlar için biraz zor bir durum açıkçası.

Kaldığımız otel biraz geride kaldı.

Ağaçların arasına yerleştirilmiş 5 tane farklı kabinden oluşuyor.

Biri aynalarla kaplı bir küp, biri kırmızı bir kulübe, biri kuş yuvası şeklinde.

Her birini ayrı bir mimar dizayn etmiş.

Otelin sahibi Britta ve Kent’in amacı, kabin sayısını belirli bir zaman içinde 24’e çıkarmak.

Ama kendinizi otele değil de misafirliğe gibi gitmiş gibi hissettiğiniz tesislerinin bu sıcaklık duygusunu bozmak istemiyorlar.

Bizim kaldığımız UFO biçiminde yapılmış.

Elektrikli bir düğmeye basınca altından bir kapı açılıyor ve yavaş yavaş katlanır bir merdiven aşağıya iniyor.

İçi de tipik bir UFO modeli.

Sadece pislikleri yakarak yok eden bir tuvaleti var, banyo yapmak için aşağıya inip yakındaki sauna binasına gitmeniz gerekiyor.

‘’If you build it, they will come’’ (Yaparsan gelirler) Hayal Tarlaları (Field of Dreams) filminin unutamadığım bir cümlesiydi.

Bu otel de aynı mantıkla yapılmış.

Dünyanın en seçkin seyahat ve haber dergilerinde sıkça yer bulan ‘’Ağaç Otel’’ şimdi Avustralya’dan İngiltere’ye kadar dünyanın dört bir yanından gelen konuklarını ağırlıyor.

İster rafting yapabilir, ister yürüyüşe gidebilir, isterseniz balık avına çıkabilirsiniz.

Kışın gelince kayak yapma fırsatınız da var ama sıcaklığın eksi 20 derecelerde olduğunu önceden belirteyim.

Benim için en keyiflisi ve şu andaki koşullarımın elverdiği, ormanda yürüyüş.

Ormanın temiz havası her şeyi unutturuyor insana.

Geyik, ayı ve tilkilere evsahipliği yapan bir bölgedeyiz.

Rehberimizin sırtından çıkardığı çantasından hazırladığı çayları, ağaçlar içindeki iki minik göle bakarken insanın yüceliğine dair yeni şeyler öğreniyorum.

Adı Bert.

Bir yandan koca bıçağıyla kestiği kurutulmuş geyik etini ikram ediyor bize bir yandan da İsveç’te çocuklarla ilgili bir organizasyonun üyesi olduğunu anlatıyor.

Çemensiz pastırma gibi bir tadı var kurutulmuş geyik etinin.

Büryani kebabına benziyor hazırlanması.

Çadır şeklindeki ağaçtan bir kulübenin tavanına geyik etleri asılıyor, zeminde ağır ağır odun ateşi yakılıyor.

Sonra torbalanıyor.

Bert, bu eti balığa veya ava çıkarken mutlaka yanlarına aldıklarını söylüyor.

Sırf bu eti yiyerek günler geçirdiklerini belirtiyor.

Bert’in iki çocuğu var.

Eşi yarı Sicilyalı, yarı İsveçli.

Uyuşturucu sorunu olan bir anne babanın üç çocuğunun sorumluluğunu da almış, yani evlat edinmişler.

Yıllardır beş çocuğa bakıyor.

Yere düşen bir çocuğu kaldırmak kadar basit bir işmişcesine anlatıyor bunu.

Çocuklarını gururla anlatıyor.

Hayat böyle bir şey işte...

İnsanlığı bazen İsveç’in olağanüstü güzelliğiyle sizi sarhoş eden dağlarında bulabiliyorsunuz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi