Yaşar Değirmenci

Yaşar Değirmenci

Sevgi ahlâk ve hakikat

Sevgi ahlâk ve hakikat

Eski kaliteli dergileri incelerken Hasan Celal Güzel Bey’in büyük emek ve fedakârlıklarla çıkardığı Yeni Türkiye Dergisi’nin 10. Sayısına takılıp kaldım.

Prof. Ahmet Kılıçoğlu’nun verdiği bilgilere göre, dava dosyası sayısı 6.398.691. (Yeni Türkiye Dergisi sy. 10, syf. 291) Her davanın en az iki kişiyi ilgilendirdiği düşünülerek 12.797.691 kişinin davalaştığı kabul ediliyor. (1993 itibariyle) Türkiye’nin nüfusu 70 milyon olarak alınıp, her 100 kişiden 20’sinin kavgalı olduğu neticesine varılıyor. Ürkütücü bir durum. Aslında durum tespiti tam değil. Bir aileden birinin kavgalı olması, bütün aileyi ilgilendirir. Bütün aile fertlerini karşılıklı olarak husumet içine sokar. Bu açıdan bakılırsa, “hukuki kavgalılar”ın nispeti % 50’ye yaklaşır. Ya mahkemeye intikal etmemiş dargınlıklar, kavgalar, husumetler? Demek külliyen kavgalıyız! Dargınız, küskünüz. Peki nerede sevgi, saygı, müsamaha, dostluk, barış? Lafta! Rakamlar bir şey söylemese bile, gözlerimiz görüyor. Husumeti (hasımlığı), bir davranış tarzı haline getirmişiz. Birisiyle kavgalı olmak, adeta bir denge zarureti! Sevgi, saygı, samimiyet, müsamaha, dostluk, dayanışma; lafla olmaz. Bunlar, neticedir, üründür. Bir hayat görüşünün ve ona uygun bir şahsiyet yapısının eserleridir. Üstelik “dindarların sayısı artıyor, başörtülüler çoğalıyor, cemaatlar kontrolü ele aldı, mahalle baskısı çoğaldı, vs.” denildiği bir ortamda. Ne zaman bu meseleler gündeme gelse “topluma bakın, kararınızı ona göre verin” derim. Topluma yansımayan, mecrayı değiştirmeyen, yansıması görülmeyen faaliyetlerin sonuçlarının alınmadığı kanaatini taşıyorum. Aksine kamplaşmalar, kast sistemlerini andırır yaşayış tarzları, kapalı topluma sürükleniş, paylaşmanın, şefkatin, merhametin kaybolup mekanikleşmeye ve dünyevileşmeye gidişin yaygınlaşması, artan huzursuzluklar devam ediyor. Televizyonlarda görüyorsunuz. “Ben insanları çok seviyorum.” “Ben tabiatı seviyorum.” “Ben hayvanları seviyorum” deyip duruyorlar. “Saygı duyuyorum.” “Hoşgörüden yanayım” sözleri eksik olmuyor. Bu sözler, bazı istisnalar bir tarafa, bir “telafi çırpınışı” gibi geliyor. Bir “boşluk ikamesi” taktiği de denilebilir. “Yapamıyoruz, hiç değilse sözünü edelim.” “Dilimizde olsun da yokluğu pek fark edilmesin” gibi. Bunlar “Nefsani sevgi”, bir çeşit esaret ve aldanış değil mi? Biz neyi seviyoruz, nasıl seviyoruz; sevgimizin menbaı, kokusu, kavramsal hakikati ve karakteri nedir? “Bu ne sevgi ah, bu ne ıstırap.”

Beşeri münasebetlerimizin iki belirli vasfı var: “Bencillik” ve “duyarsızlık”. Bunlar, olumsuz tezahürlerin ana kaynaklarıdır. Hâkimiyet bunlardaysa; o iklimde, o ortamda, “sevgi-saygı-dayanışma-dostluk” çiçekleri açmaz. Bir şeyler var gibi görünüyorsa, onlar sun’îdir. Dokunun, koklayın, anlarsınız. “Efendim, varsayalım.” Varsayalım; ama böyle bir tercihin faydası olmaz. Yokluğunu göremezsek, kabullenmezsek; varlığının icaplarını yerine getirme şuuru doğamaz. Hastaya sağlam raporu vermek gibi olur! Hastalık, yok saymakla yok edilmez; sıhhat, var saymakla var edilmez.
Okullara uyuşturucu alarmı veriliyor!

Sarsılmıyor musunuz? Beğenmediğimiz geçmişte, böyle bir hal kabul edilebilir miydi? Mesela 50’li, 60’lı, 70’li yıllarda... “Kumar” bu kadar yaygın mıydı? Bir kere, “kavram” olarak başka bir şeydi. Ayıptı, gizliydi. Bu anlayış bile, toplumda “bir güvenlik kuşağı” oluşturur. Simdi oluşturabiliyor mu? Fuhuş da öyle, yolsuzluk da. Zinanın suç olmasının kaldırılması esnasındaki mücadeleleri, yazılıp çizilenleri, tartışmaları, TBMM’deki yaşanan olayları hatırlayın. Zannedersiniz ki “genelev patronları” ülkeyi istila etmiş. “Kavram” telakkisinin oluşturduğu subjektif güvenlik kuşakları kalktı. Tonlamalar, geçişkenlik tuzakları, benzeşme hileleri, adeta bir “kültür yıkımı propagandası” halinde etkili olmaya başladı. Asıl mesele burada. Her ilgi alanının bir mafyası oluştu. Çek-senet mafyası, ihale mafyası, arsa mafyası, şu-bu.

Bir şeyleri düşünmenin zamanı gelmedi mi artık? Bir “manevi-kültürel buhran” içinde miyiz, değil miyiz? İnternete getirilen (üstelik tercihe dayanan) bir “filtre programı”na gösterilen tepkileri görünce “Aman Ya Rabbi!” demekten kendimizi alamıyoruz.

Köşe başını tutmuş liberal aydınlar, muhafazakâr demokratlar, gazeteciler nasıl da savunuyorlar tamamen serbestliği. Her şeyin serbest olması, ferdi ve toplumu nereye götürür? Hiç düşünülüyor mu? Sebebi olduğumuz hallerin sonucundan şikâyete hakkımız yok! Liberalizm ve kapitalizmin bireyi, bir ekonomik insandır. Zenginleşmeyi ve özgürleşmeyi düşünür. Peki “insan olmak” için bu yeter mi? O adam, özgürleşmek ve zenginleşmek için neler yapacak; sonra da o özgürlüğü ve zenginliği nasıl kullanacak, nasıl yaşayacak? Bu insanın sorumluluk bilinci ve kişiliği nasıl oluşacak? İlkeli, kişilikli, sevgi ve saygı insanı; sorumluluk bilincinin insanı bireyi nasıl var olacak? Bir birey, cezalandırılmayacağından emin olduğunda; niçin çalmayacak, niçin rüşvet almayacak, niçin zulmetmeyecek? Bu soruların cevabı, hangi ‘izm’de var?

Bireyin devletle olan ilişkilerinden söz edip durmak yeter mi? Onun ailevî-toplumsal ilişkileri ne olacak? Ona iyi insan, iyi yurttaş, iyi anne-baba, iyi evlat, iyi öğrenci, iyi meslek insanı olma eğitimini ve değerlerini kim verecek? Senin dağıtacağın görevlerde ve rollerde “iyi insan”a, sorumluluk bilinci sahibi kişilikli ve ilkeli insana ihtiyaç yok mudur? Gayrimeşru ilişki serbestliği, liberal dünya görüşünün hangi değerine, hangi değer ölçüsüne aykırıdır? Ayrıca yanlış düşünce ve fikirlere saygı göstermek mecburiyetinde değiliz. “Saygısızlık etmemek” mecburiyetindeyiz.

Ahlâklı olmak aynı zamanda akıllılıktır. Tutarlılığın tadını alacaksınız, vicdanınız rahat olacak, kendinizle, fıtratınızla barışık olmanın huzuru ve ahengi dolacak içinize. Sıkıntılarınızı acılarınızı böyle aydınlık bir iç dünyanın bağrında doğmuş sabır ve mücadele gücüyle göğüsleyeceksiniz. Hak ve hakikat yolculuğuna çıkacaksınız. Bu kutlu yolculukta sevgileriniz saygıyla beslenme imkânı bulacak.

Ahlâklı olmak, mutlu olmanın gereğidir. Bazılarının zannettiği gibi kısıtlayıcı, daraltıcı, azaltıcı bir hal değildir. Hiç değildir. Hakikat de budur!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yaşar Değirmenci Arşivi