Kürt kimliğini tanıyıp Kürt dilini tanımamak

Kürt kimliğini tanıyıp Kürt dilini tanımamak

Kürtler Türkiye’nin de içinde bulunduğu 4 ülkede yaşayan bir halk.

Aralarını dikenli teller, mayınlı araziler girmiş, daha doğrusu sokulmuş bir halk.

Bununla da kalmamış, Kürtlüklerini inkar etmeleri istenmiş bir halk.

Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmasının ardından asimilasyon politikalarına hedef olan, dillerini konuşup geliştirmeleri engellenen bir halk aynı zamanda.

Amerika’nın Irak’a müdahalesi bu ülkenin Kuzey bölümünde kendi kendini yöneten bir Kürdistan kurulmasıyla sonuçlandı.

Üniversiteleri, iyi-kötü seçim sistemi ile bölgedeki Kürtler için örnek bir bölge haline geldi Irak Kürdistanı...

Azerbaycan, Türkiye için nasıl ‘’Bir millet iki devlet’’ anlamına geliyorsa, aynı söylem bu coğrafyadaki Kürtler için de ‘’Bir millet dört devlet’’ biçiminde özetlenebilir.

Şu anda bu devletlerden birisi Kürtlere tam istedikleri hakları vermekte (Irak), diğeri ise yıllardır uyguladığı asimilasyon politikalarını sona erdirmiş ama asıl taleplerini karşılama konusunda çekingen davranmaya devam etmekte. (Türkiye.)

Suriye’de durum ortada.

Hem etnik, hem inanç temeli ayrıma dayalı politikalar, baskıyla sürdürülüyor.

Ama daha ne kadar sürdürülebilir bu belli değil.

Suriye’deki kaotik bir dönüşümün Türkiye’ye çok olumsuz etkileri olacağı ortada.

Bölgedeki altüst oluştan sağlam ve sağlıklı bir biçimde çıkmanın ise tek yolu var: Kürt kimliğini tanımakla kalmamak, bunun gereğini de yapmak.

Resmi dil Türkçe olsun ama Kürtler de kendi dillerini okullarda öğrenebilsinler mesela.

Kürtçe eğitimde zorlanıyorsanız, Kürtçe’nin öğretilmesine karşı olmamanız lazım.

Abdullah Öcalan’ın İmralı’dan yaptığı ateşkesin devam çağrısı, Türkiye’nin enerjisini, insan ve maddi kaynağını tüketen, ahlakını yozlaştıran bu kanlı sorunun çözümü için bir fırsattır.

Ankara’nın geçmiş yıllarda yaptığı hataları bu kez tekrarlamaması ve bu fırsatı artık heba etmemesi gerekir.



Hakim 5 yıl sonra müdahil olursa

Danıştay Başkanı Mustafa Birden, kanlı baskınla ilgili ilk kez ifade vermiş ve davaya müdahil olmak istemiş.

Bu davanın Ergenekon’la ilgisi konusunda en ufak tereddüdü olanları bile ikna edecek gelişme.

Burada sorulması gereken ilk soru, böylesine önemli bir davada, olayı irticai bir baskın olarak yorumlayan Ankara’daki mahkeme mağdurları neden dinlemedi?

Bu mahkeme soruşturmanın genişletilmesi taleplerine izin vermeyerek alelacele bir karar verdi.

Bugün bir kısım medyanın baskı ve zulüm aracı olarak gördüğü “Ergenekon Davası” süreci olmasa, bu baskın Ankara mahkemesinin kararı doğrultusunda “İkinci bir Menemen’’ vakası olarak tarihe geçecekti.

Açıklanması gereken bir husus, dönemin Başsavcısı Tansel Çölaşan’ın neden “Saldırgan ben Allahın askeriyim diyerek ateş açtı’’ şeklinde gerçeğe aykırı bir beyanda bulunduğu.

Bizzat saldırının kurbanları saldırganın böyle bir ifadesi olmadığı ortaya çıktığına göre, mahkemenin şimdi Sayın Çölaşan’dan bu açıklamanın kaynağını sorması gerekir.

Koca koca hakimlerin kendilerini hedef alan bir saldırıda ancak 5 yıl sonra ifade verebildiği, davaya müdahil olabildiği bir ülkede, başta Hrant Dink olmak üzere diğer tüm davaların akıbetini siz düşünün.

12 Eylül referandumuna karşı çıkanlar aslında bu tablonun sürmesini isteyenlerdi.

Gerçekleri karartmak isteyen güçler ve medyadaki işbirlikçileri...

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi