Sırrı Süreyya’dan tek beklentimiz vardı, boşa çıktı

Sırrı Süreyya’dan tek beklentimiz vardı, boşa çıktı

PKK’nın Silvan’daki saldırısının ardından birçok kişi gibi ben de Meclis’e BDP listesinden giren Sırrı Süreyya Önder’in tavrını merakla beklemeye başladım.

Çünkü Önder sıradan biri değildi, Radikal Gazetesi’ndeki yazıları, siyasi duruşu, anayasa referandumunda boykotu destekleyen ‘’Yetmez ama evet’’ diyenleri ağır bir dille eleştiren tavrıyla siyasete adım attı. Yani Önder’in hep tavrı oldu.

Radikal’de dün kaleme aldığı yazıyla da bu tavrını sürdürdü Sırrı Süreyya.

Çünkü şiddete karşı çıkmadı, “Silahlı mücadele devrini kapatmıştır” demedi ve böylece bu mücadele yöntemine karşı durmaktan açık bir şekilde kaçındı.

Zamanında Öcalan’dan fırça yemek bahasına “Silahlı mücadele devri kapanmıştır” diyen Osman Baydemir’in duruşunu gösteremedi.

Orhan Miroğlu ve Tarık Ziya Ekinci’nin seslendirdiği eleştirileri bile kaleme alamadı ne yazık ki.

O zaman insan sormadan edemiyor, “BDP içinde bir Türk Emine Ayna olarak yer alacaksan, senin siyasete katkın ne?’’ Barışın türküsünü söylemeyecek, şiddete bir tek eleştiri getiremeyeceksen niye oradasın... Önder önemli çünkü BDP’nin Türkiye’nin farklı renklerine açılmasının kritik simgelerinden biriydi...

Türkiye partisi olma iddiasının göstergesiydi.

Ama şimdiye kadar ki tavrı, bölge partisini güçlendirmek için orada olduğunu gösteriyor.

Niyetim kendisiyle polemik yapmak değil ama “ormanın nasıl yandığını ve kimin yaktığını merak etmesi, bilmek istemesi” gerekirdi.

Bu sorunun cevabı, şiddet ortamını kimlerin beslediğini gösterecek, kime tavır koymamız gerektiğini söyleyecektir bize. 20 genci o ormanda kavurma emrini kimin verdiği önemlidir. Ayrıca silah bırakma sadece teknik bir mesele değildir.

Dünyada devlet diye bir kavram olduğu sürece, uluslararası düzende meşru kabul edilen güçlerin silah bırakması söz konusu olamaz. Devlet örgütlü toplum içinde tek silahlı güç olmak zorundadır.

Cehennemde yanmak yerine bu dünyada hep birlikte yaşamayı denesek daha doğru olur gibi geliyor bana. Bunun ilk yolu ‘’Bugünün Türkiyesi’nde silahlı mücadele devrini kapatmıştır’’ demekten geçiyor.

Diyebiliyor musun, diyemiyor musun?

Gerisi hikaye...



Murdoch için yolun sonu ve Türkiye

Türkiye’de basın özgürlüğü tartışması açanların hiç dile getirmediği iki gerçek var: Medyada gücün tek elde toplanması ve bu gücün kötüye kullanılması.

Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer’in geçen haftaki açıklamaları Başbakanlık Müsteşarı’nın bile kötüye kullanılan medya gücüyle nasıl haksızlığa uğrayabildiğini gösteriyordu.

AK Parti’nin kapatılmasında medyanın katkısından siyaseti dizayn çabalarına kadar çok örnek verilebilir.

Bugün baktığımızda Türkiye’de rating, tiraj ve reklam gelirleri açısından kabul edilemez bir tablo olduğu gerçeği var. Başta Gazeteciler Cemiyeti olmak üzere kimse bunu ve bunun sonuçlarını gündeme getirmiyor.

İngiltere’de muhalefet lideri Miliband, Murdoch’un medya payının çok yüksek olduğunu ve yüzde 20’lere çekilmesi gerektiğini söyledi. CHP lideri diyet borcu olmasa da bir kere böyle bir şey söyleyebilse keşke.



Hakim ve savcılar nasıl üye oldular?

Aziz Yıldırım’ın vekili Avukat Faik Işık dün Taraf Gazetesi’nden Neşe Düzel’e çok çarpıcı açıklamalarda bulundu.

Bence en çarpıcı kısmı, temizlik için yola çıkanların deri yüzmeye soyunduğu ve
aslında kirli olmakla suçladıkları insanlarla aynı kefede olduklarına ilişkin sözleri.

Faik Işık, hakim ve savcıların çoğunun 3 büyüklerde kongre üyesi olduğuna işaret ediyor.

Ardından şu soruyu soruyor: ‘’Bu kulüplerin kongre üyesi olabilmek için resmen bin lira, üç bin lira, beş bin lira veriliyor. Bu paraları hakikaten vermişler de mi üye olmuşlar, yoksa bulundukları mevkiler dolayısıyla mı üye olmuşlar? Her maça, 50 ya da 100 bilet isteyen hakim ve savcılar, bu sistemin dışında mıdırlar?’’

Bu iddialar ciddi.

Çünkü ben hakim ve savcılarla belirli bir ilişki içindeysem, kendimi hukuk önünde dokunulmaz görebilirim.

Bu da suça teşvik gibi olur bana göre...

En azından hafifletici sebep...

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi