Kemalizm, din ve felsefe

Kemalizm, din ve felsefe

Prof. Şerif Mardin, sosyoloji derslerine devam ediyor.

Geçen yıl "mahalle baskısı" kavramını ortaya atmıştı. Laik mahalleler bu kavrama bayılmıştı. Bir yıl boyunca dillerinden düşürmemişlerdi.

Bir yıl boyunca, Prof. Mardin yere göğe sığmamıştı.

Bu yıl Şerif Mardin yeniden ortaya çıktı. "Mahalle baskısı" kavramının laiklerin yeni Ergenekon'u haline geldiğini, asıl kasdının bu olmadığını belirtti.

İlave etti:

- Mahalleyi bırakın da, biraz kemalizmi tartışalım. Kemalizm 80 senede derinlemesine hiçbir şey ortaya koyamadı. İyi-doğru-güzel adına sınıfta kaldı.

*

Prof. Mardin'e belki tek itiraz, kemalizmin derinlemesine hiçbir şey ortaya koyamamasının doğru olmadığı, "derin devlet"in ne güne durduğu olabilirdi.

Bu itirazsa mizahi seviyede kalır, hakiki seviyeye varamazdı.

Fakat öyle olmadı. Prof. Mardin'in "kemalizm tartışılsın" dediğini duyan laikler, derhal topu tüfeği kuşandı. Dün Mardin'i yere göğe sığdıramayanlar, bugün ona kazan kaldırdı.

Güngör Mengi aldı kalemi eline. "Vatan diyor ki" diye haykırdı. Mardin'i ihtiyarlık ve korkaklıkla suçladı.
Onu dizi dizi laik profesörler takip etti.

*

Kemalizm, 80 senedir işte bu yüzden hiçbir mesafe alamadı. Kendisini bir "put" gibi takdim ettiği için, konuşturmadığı ve tartıştırmadığı için hiçbir fikri derinliğe sahip olamadı.

Bazılarının hoşuna gitmeyecek ama, gerçek şu ki, kemalizmi bir doktrin olarak Moiz Kohen (Tekin Alp) ortaya attı. İsim babalığını bile o yaptı.

Günün şakşakçıları, Yunus Nadi'ler vesaire, kavramı havada kaptılar. Onu kutsal bir savaşın bayrağı haline getirdiler. Ona karşı geleni astılar, çizdiler, yok ettiler.

Ama tutup da derinliğine bir felsefe ortaya koyamadılar. çünkü, felsefe onlara göre, bir derin düşünce alanı değil, sadece bir kavga silahıydı.

Dine karşı felsefenin taşlarını memnuniyetle kullandılarsa da, kendileri felsefeyi hiçbir zaman sevmediler. Ona çok ehliyetsizdiler.

1930'lu yılların kaynaklarını tarayanlar, felsefe ile ilgili çok tuhaf "vecize"lere rastlayabilir. Kemalizm felsefe yerine "dil-tarih-coğrafya fakültesi"ni ortaya koyuyordu. Ve onun da bir felsefe şubesi -o zamanlar- yoktu.
özellikle Radikal'den Türker Alkan'ın burasını iyi okumasını istiyoruz:

- "Kemalizm, dine olduğu gibi, felsefeye de karşı olan bir doktrindi."

KUVVETLERİN BİRLİĞİ, AYRILIĞI VE GEçERSİZLİĞİ

Siyaset ilmine göre, hakimiyet, üç kuvvet halinde teessüs eder: Yasama, Yürütme, Yargı...

Yasama, yani kanun koyma kuvvetini meclis, yürütme kuvvetini hükümet, yargı kuvvetini ise adalet mekanizması temsil eder.

Siyaset ilmi, medenî bir ülkede, bu üç hakimiyet veçhesinin, birbirinden bağımsız olması gerektiğini tayin etmiştir. Buna "kuvvetler ayrılığı" denir.

Totaliter rejimlerde, diktatörlükler ve oligarşilerde, hakimiyet tek elde toplanmıştır. Buna da "kuvvetler birliği" denir.

Tek parti döneminde, ülkemizde "kuvvetler birliği" prensibi geçerliydi. Darbe dönemlerinde de aynı prensip işletilir.

Kanunu aynı kuvvet koyar, hükümeti aynı kuvvet tayin eder, adaleti aynı kuvvet dağıtır.

*

Aslına bakarsanız, bu değerlendirme, bazı şartlarda, "fazlasıyla teorik"tir.

Bazı şartlar... Meselâ, bazı ülkelerde yasama, yürütme ve yargı organları tamamen göstermeliktir.

Bunların yerine "başka kuvvetler" devreye girer: Ordu, patronlar ve matbuat (basın)...

Bu ülkelerde meclisi kimse takmaz. Zaten demokratik rejimlerin özelliği, meclisin gücünü dağıtmak ve hareketini sınırlamaktır. Dağıtma ve sınırlama, çeşitli siyasî partiler ve çıkar grupları eliyle olur.

Aynı şekilde, hükümet de bir "vesayet" rejimini icra eder. Vesayet, bir nevi "hapishane"dir. Avlusunda mahkûmların "muktedir" olduğu... Hükümet bu durumdadır.

Yargı ise sırtını tamamen "egemen"lere vermiştir. Bu "egemen"ler, Meclis'in ve Bakanlar Kurulu'nun dışında bir yerlerde çöreklenmişlerdir.

Ya orduda, ya patronlar arasında... Ordu "silah" kuvvetiyle, patronlar da "para" kuvvetiyle, meclisin de, hükümetin de, yargının da üstündedirler; veya kendilerini öyle görürler.

Bazan ordu ve patronlar arasında, karşılıklı çıkarlara dayalı, sessiz bir iktidar paylaşımı vardır. Ordu mensubu, özellikle emekliliğinden sonra, bir patrona "danışman" olacaksa... Vesaire durumlarda.
Bu türlü bir iktidarın üçüncü ayağı ise, daima matbuattır. Matbuat, hem patronlardan gelir, hem de ordunun güdümündedir. Bir nevî, iki sevgiliyi güneşten koruyan "şemsiye" görevi görür.

Böylece, yasama, yürütme ve yargı, tamamen göstermelik kuvvetler halini alır. Hakimiyet orduda, patronlarda ve matbuattadır.

*

ülkemizde "saf mânâsıyla" böyle bir düzen olduğunu söylemek, bir hayli zordur.

çünkü silahlı ve silahsız bir "devlet" teşekkülü vardır. Hakimiyet ondadır. O her şeyin üstündedir. Siyaset adeta onun kapı görevlisi olmak durumundadır.

M. Ali Kışlalı bu durumu pek güzel anlatmıştır.

"Devlet" milletin ve kanunun da üstünde bir organizasyon olarak, orduda, yargıda, üniversitede, sendikada, iktidarda, muhalefette, sokakta, kısaca her yerde ortaya çıkabilir.

Milleti ve kanunu, bir tokatta yere serebilir. İktidarı hallaç pamuğu gibi savurabilir.

Devlet her şeydir, siyaset hiçbir şeydir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi