Yaşar Değirmenci

Yaşar Değirmenci

Değerler Eğitimi ve düşündürdükleri 2

Değerler Eğitimi ve düşündürdükleri 2

Geçmiş ve gelecek arasında bağ kurmada ilk adım “değerlerin intikali”dir. Bu o kadar önemlidir ki nasıl ağaç, köküyle irtibatını kestiğinde ağaç değil, kütük olursa toplum da köküyle irtibatını kestiğinde cemiyet değil kitle olur. Değerlerin yeni nesle intikali gerçekleştirilmez ise sonuç vahim olur. Bu dünyada “insan”dan daha değerli ne var? En değerli varlığa geçmişle gelecek arasındaki köprü vazifesi gören “değerler” mutlaka verilmelidir. Düşünmeden, duygulanmadan, hassasiyet göstermeden yaşamayı bir hayat tarzı olarak benimsemiş insanların bu topluma verecekleri ne olabilir? Bizde, ne çağı, ne dünü, ne yarını zerre kadar bilmeyen ve anlamayan “vurdumduymaz sorumsuzluğu” hâlâ devam ediyor. Ne okumaya, ne düşünmeye, ne edebiyata, ne sanata, ne musikiye ilgileri var. Bu düpedüz dejenerasyon, dağılma, dökülme, yerlere serilme… Bilgisayar-internet teknolojisi kimsede tahayyül, tefekkür mecali bırakmadı. İnsanlar birer tüketici hayvan haline getirilmek isteniyor. Büyük sevdalar-fedakarlıklar geride kaldı. Kimseye düşünme ve kendini dinleme fırsatı verilmiyor. Mâzi-hâl-istikbal köprüsünü ortadan kaldırılmış. “Köksüzlük” âdetâ teşvik edilmiş. Gelecekte, ancak medyaya ve diğer modern şartlandırma vasıtalarına kafalarını kaptırmayanlar bir şeyler yapabileceklerdir.
Bugünü anlamak, dünü bilmeye, “dün”le irtibat kurmaya bağlı. Geçmişimizin gözümüzde anlamını yitirmesi için akla hayale gelmedik bahaneler icat edilmiş. Batının her alanındaki kahramanları, bütün insanlığın kahramanları gibi, gece gündüz, her vasıtayla topluma empoze edilmeye çalışılmış. Bugünkü şahsiyetsiz, kişiliksiz, kimliksiz halimiz de; bu yapılanların sonucudur. Sanki şu üstünde yaşadığımız topraklarda, sadece antik uygarlık, bir de Batı uygarlığını taklit eden tarihsiz, medeniyetten uzak, geçmişsiz, hafızasız ve hatırasız şimdiki toplum yaşamış. Arada geçen binlerce yılı hiç kimse sanki yaşamamış. Parmak ucundan alınan kan, tahlil için yeter. Oradaki kan ne ise, ciğerdeki, beyindeki kan da odur. Toplumla ilgili olayları düşünürken, aynen “kan tahlili” gibi düşünmek gerekir. Toplumun neresinden bir kesit alsanız, aynı sonucu veriyor. İster eğitim, ister sağlık, ister asayiş, fark etmiyor. Herkesin sadece kendini düşündüğü bir dünyada, herkes hiçtir! Medeniyetin toplam planında hiçtir! Orada insanı insan yapan değerlerin yeri yok. Hayatımız, hatırladıklarımızdan oluşur. Hiçbir şey hatırlamayan insan, hiç yaşamamış demektir. Hayatımız nefsimizden ibaret değil. Biz birileri ile birlikte yaşayacağız. Ve birileri bizim içimizde yaşayacak ki, hayatımız dolsun. İnsanı, insanı insan yapan değerleri unutan, gerçek sevgiyi nasıl hatırlayacak? Değerler geçmiş ile gelecek arasında bağ kurma konusunda da çok önemli görülmektedir. Hemen geçmişi hatırlıyor ve ön kabulle düşünüyorum. Dün, daha iyi evlattık, daha iyi anne-babaydık, daha iyi komşuyduk, daha iyi kardeştik, daha iyi vatandaştık, daha iyi insandık. Dallı budaklı, köşeli çıkıntılı olmadığımız için, küçücük evlerle geniş gönüllerle birbirimizi anlayarak ve kollayarak yaşayabiliyorduk. Acaba insanlarımız bugün, dünden daha mı huzurlu ve mutludur? Rahatlıkla “evet” diyebilir miyiz? Nasıl yaşardık? Birbirimize karşı durumumuz neydi? Üzüntülerimiz, sevinçlerimiz, alışkanlıklarımız, değer hükümlerimiz ne gibi bir mahiyet arz ediyordu? "Dün fakirdik bugün zenginleştik" deniliyor. Evet, bir açıdan doğru. Bugün hem gelir farkları çok büyüdü, hem de asgari sınır çok pahalılaştı! Dün kirada yaşamak daha kolaydı, okumak, evlenmek daha kolaydı, biraz gezip dolaşmak daha kolaydı, okuldan çıkınca iş bulmak daha kolaydı, bir iş kurmak daha kolaydı, vs. İmkanlar kıttı, ama sessiz sakin yardımlaşma-dayanışma kanalları daha işlekti. Halbuki bugün, yardımlaşma sorumluluğumuz eskiye nazaran azalmamış, artmıştır. Daha dikkatli, daha hassas, daha düşünceli olmamızı gerektiren çok önemli görevlerimiz vardır bugün. Bu sorumluluk ve görevlerin idraki içinde yapmamız gerekenleri yerine getirmekten çok uzağız. Herkes ayrı bir kampta yaşıyor sanki. Dinî hayatımız tabiilik içinde yaşanır, yaşadığımız hayatta da tezahürü görülürdü. Futbolcu bile gol attığında formasını yırtmaz, seyirciye koşarken adeta kendini parçalamaz, sevincinde vakarlı bir sükûnet vardı. Her şey transfer ve para değildi. “Şimdi bilgisayar çağındayız canım, şimdikiler internet kullanıyor. Gençler çok iyi yetişiyor, bu devir bu nesil bizim zamanlarımıza benzer mi?” denilince içime bir hüzün çöküyor. İnsanımızın halini değerlendirme ölçüsü bu olunca ne yapabilirsiniz? Teknolojik gelişmelerden aklımızla adam gibi faydalanmaya çalışırız; onu şu veya bu biçimde kullanıyor olmayı, sadece kullanıyor olmayı, bir mutluluk ve üstünlük sebebi saymak, ne hazin bir çöküntüdür. Kullandığımız her eşyaya ruh katan biz değil miyiz? Yağmur gibi “bilgi” yağsa, seller gibi “teknoloji” aksa ne olacak? Ne demiş şair: “Bi derd olanın derdine derman olmaz.”
Dünyanın her yerinde kabul gören ortak insani değerler olduğu gibi milletlere has özel değer yargıları da vardır. Birincisine evrensel değerler denmekte. İkincisi ise öz değerlerdir. Birini diğerinin karşısına koymadan değerlerle mücehhez nesiller yetiştirmek mecburiyetindeyiz. Bu mesele, ilim-fikir-düşünce hatta sanat adamlarını son derece meşgul etmiştir. Kültürün Millîliğini, Medeniyetin evrenselliğini uzun uzun izah eden Ziya GÖKALP’in Türk Medeniyeti Tarihi” Cemil MERİÇ’in “Umrandan Uygarlığa ve Bu Ülke”si, Mümtaz TURHAN’ın “Kültür Değişmeleri ve Garplılaşmanın Neresindeyiz”i, Atilla İLHAN’ın “Hangi Batı?”sı, Peyami SAFA’nın “Türk İnkılabına Bakışlar”ı, Prof. Mehmet KAPLAN’ın “Kültür ve Dil ile Nesillerin Ruhu” Sâmiha AYVERDİ Hanımefendinin “Sosyal Meseleler” üzerine yazdığı külliyatı, Prof. Erol GÜNGÖR’ün “Kültür Değişmesi ve Milliyetçilik ile Sosyal Meseleler ve Aydınlar” kitabı, Sezai KARAKOÇ’un neredeyse ömrünü verdiği “Diriliş Külliyatı”, Nevzat KÖSEOĞLU’nun “Türk Medeniyeti Üzerine Düşünceler” kitabı, Mehmet Niyazi ÖZDEMİR’in “Medeniyetimizin Analizi ve Geleceği” kitabı, Ahmet SELİM’in “Din-Medeniyet ve Laiklik” kitabı vs. Bu cins kafaların sancısı, hep birini diğerinin karşısına koymadan yahut birini diğerine tercih etmeden değerlerle mücehhez bir nesil yetiştirmenin mümkün olacağına dair ümitleri ve inançlarıdır. Bizim Medeniyetimiz bahse konu uygulamalarla dolu bir medeniyettir. Bakırköy, Şişli, Beyoğlu, Adalar ilçeleri bunun canlı misalidir. Bakırköy’ün göbeğinde tarihi Âmine Hatun Camii, onun hemen arkasında Ermeni mezarlığı, Özgürlük Meydanı’nın aşağısında Ermeni Kilisesi ve vakfının Azınlık Okulu, Yeşilköy’de benzeri kurumlar. Tünel-Taksim arasında beş kilise ve bir camii ile azınlık okulları, Mecidiyeköy ve Altunizade’deki trafiği altüst etmesine rağmen dokunulmayan bakımlı azınlık mezarlıkları. Uzatmak istemiyorum. Bunlar kitaplık çapta meseleler. Ancak 550 yıl kaldığımız Balkanlardaki tarihi mirasımız acımasızca tahrip ve imha edilmiştir. Ekrem Hakkı AYVERDİ Beyin senelerce yaptığı araştırma ve dökümanlara bakarsanız belgelerle eserlerimizin nasıl yok edildiğini görürsünüz. Onun için “değerlerle mücehhez nesil” din-dil-tarih şuuruyla yetişebilir. Bunun ideolojiyle, siyasetle, vs. ile herhangi bir ilgisi yoktur. Hatta bu mesele Devletin Meselesi olmalıdır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yaşar Değirmenci Arşivi