Yaşar Değirmenci

Yaşar Değirmenci

Kavramlar İslâm’ın ışığını arıyor

Kavramlar İslâm’ın ışığını arıyor

İslâm sevgiye barışa, kardeşliğe, hoşgörüye, insancıllığa çok önem verir. İtiraz mümkün mü? Değil elbette. Bunlara sadece İslâm adına değil, hiçbir din ve ideoloji adına itiraz edilemez. Bu kavramlar, Rönesans düşüncesinde var. Daha sonra, 18.asrın( ki aydınlanma felsefesi de derler) düşüncesinde de var. Fransız İhtilâli’nin prensiplerinde de var, insan ve yurttaş hakları beyannamesinde de var. 4 Temmuz Beyannamesinde de var, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde de, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nde de var. Var oğlu var!

Şöyle bir değerlendirmeye yol açılıyor: “O halde, madem ki en önemli kavramlar bunlardır ve Batı tarafından da benimsenmiştir. İslâm adına bir farklılık talebiyle ortaya çıkmanın pek bir mânâsı yok! Namazını kıl, orucunu tut, ötekisini zaten Batı düşüncesi halleder!” İş buraya geliyor efendim! Sevginin İslâmî mânâsı üzerinde düşünülüp kafa yorulması gerekmez mi? Yani: İslâmî düşünceyle ve İslâmî izahlarla bir farklılık ortaya koymaya ihtiyaç yok mu? “İslâm’ı anlat bana” diyenin karşısına çıkıp “ İslâm sevgi dinidir, İslâm barış dinidir, İslâm hoşgörü dinidir.” sözleriyle yetinen cevaplar vermek hiçbir şey söylememekle eş değerlidir. Önemli olan; İslâm’da sevgi nedir” onu anlatmaktır. Sevgi, barış, dostluk, kardeşlik, saygı gibi güzellikler, hakikat ağacının çiçekleridir meyveleridir. Ağacın köklerini beslemeden o güzellikler doğmaz. Birine “sevgi’ye önem ver” demek, ağacın dibine gidip “meyve ver” diye seslenmeye benzer. Tavsiyeyle, emirle sevgi sıhhati doğmaz. Sevgi’nin toprağını suyunu havasını hazırlayın önce. Bunun manevi-fikrî mücadelesini cehdini gayretini ifa edin. Bunun liyâkat bedelini ödemeyi sevin önce. Öyleleri vardır ki, sevgiyi savunurken bile sevginin temellerine, köklerine husumet icra ediyorlar. İnsancıllığı savunurken, insanı çürütüyorlar. Barışı savunurken, hak ve hakikate karşı savaşıyorlar.

“ İslam’da insan, barış, saadet nedir, nasıl kazanılır?” onu anlatmaktır. “ Evrensel”i de yanlış bellemişler. İslâm’ın evrensel oluşu, “İslâm’ın ölçüleri ve değer hükümleri, bütün zamana, kâinata ve âlemlere hitâb eder” demektir. Bugün dünyaya hâkim olan Batılı düzenin sevgi anlayışında yanlışlık vardır; “ İnsan” anlayışında yanlışlık vardır, “ barış” anlayışında yanlışlık vardır, “hoşgörü” anlayışında yanlışlık vardır, “saadet ve denge” anlayışında yanlışlık vardır, “adalet” ve “medeniyet” anlayışında yanlışlık vardır. Bu yanlışlıklar ancak İslâm ile düzeltilebilir, İslâm’dan feyz ve nasib alınarak düzeltilebilir. Kavramlar da karanlıkta kaldı. Onlar da İslâm’ın ışığını arıyor. Yok; biz herkesi ve her şeyi sevmeliymişiz, herkesi ve her şeyi hoş görmeliymişiz! Öyle yaparsak biz yokuz demektir. İnsanlık Batı’nın maddi manevi tahakkümü altında ızdırap çekiyor. Nesi hoş bunun? Bunun nesini hoş göreyim? “Tolerans” fikri bir ıstılah olarak “ hoşgörmek” (müsamaha göstermek) değil; “ tahammül” etmektir. Tahammül; sabırdır, basirettir, “tebliğ irşad ve neşir” vazifesinin yerine getirilmesi yolunda kara, yağmura, çamura, fırtınaya, korkuya, acıya, baskıya dayanabilmek demektir. “Cehenneme kadar yolları var! deyip, rahat şartların dairesine çekilmemek demektir.” Müsamaha ise, (ki hoşgörü ile eş anlamlıdır) tekâmül ve tesânüd kavramlarıyla ilgili geniş bir çevrede zenginliklerin ve derinliklerin görülüp yaşanmasını sağlayan bir İslâmî metot şartıdır. (Zulme müsamâha edilmez, tahammül edilir; hatalara ve kusurlara ise müsamaha gösterilir)

Hıristiyan skolastiğinden kurtulmak için İslâm’dan (dolaylı) faydalandılar. Aristo skolastiğinden kurtulurken de İslâm’dan faydalandılar; sonra “tamamlandık” gururuna kapılıp İslâm’ı da Müslümanları da hayat dışına ittiler. Hiçbir potansiyel güçleri yok artık. Nankör mirasyediler gibi her şeyi kullandılar, her imkâna ihanet ettiler; şimdi kontrolsüz ve ruhsuz kalan maddi varlıklarını (yani medeniyetlerini) nereye koyacaklarını bilemiyorlar. Ben kendi kavramlarımı bu Batı’ya niçin ve nasıl emanet ederim? Lafzi benzerlikleri tekrarlayıp durarak, İslâmi icaplar ve neticeler arasındaki münasebetin izahına bağlı muhteva anlatmaktan ve savunmaktan nasıl vazgeçerim? Bütün maddi unsurlar, yapılar ve görüntüler zamanla değişir. Fikir hayatının bu değişikliklere göre inkişaf etmesi gerekir. Sosyal, ekonomik, teknik münasebetler ve biçimler değiştiğinde; siz manevi ölçülere ve değer hükümlerine göre onların yorumunu yapamazsanız, onların yönlendirilmesi için fikir üretemezseniz, bağlı bulunduğunuz değişmez manevi ölçülere ve değerlere uygun olan hayat tarzının devamlılığını sağlayamazsınız. Bizim başımıza gelen de budur. İnançlar, kendine uygun olan hayat tarzının yolunu, yine kendine uygun olan düşüncelerle açar. Kendine uygun olan hayat tarzının zaman boyunca görülecek maddî değişme şartları karşısındaki ilerleyişi yine kendine uygun olan o düşüncelerin inkişafıyla sağlanır. Kaybımız buradır. Maddi sahadaki üstünlüğümüzün elimizde olan ve olmayan sebeplerle gerilemesi o kadar önemli değildi. Önemli olan, o gerilemenin bize “inanç-düşünce-hayat” istikametimizi unutturmasıdır. Başkalarının hayat tarzına meclup ve meftun eylemesidir. Bazıları diyor ki: “ Hangi sosyal hayat kalıbında olursa olsun fertler, inanç ve amel icaplarını yerine getirebilir.” Yanlıştır, getiremez. Dar mânâda almamak lazım. Bakın hâlâ İslâm’ı Batılı hayat tarzının verilerine göre, Batı düşüncesinin kavramlarına ve kalıplarına göre yorumluyoruz. Sebebi, “Batılı sosyal hayat tarzı”nın görünür-görünmez icbarlarıdır. Halbuki o hayat tarzı, Batı insanını, tarihin en ağır buhranlarına sürükleyen tutarsızlıklar ve çaresizlikler içine sokmuştur. Hâlâ batılı hayat tarzını taklid ederek, kendi inançlarımızı o hayat tarzının kavram ve düşünceleriyle ifadelendirerek, kendi köklerimizi bir farklılık konusu haline getirmeksizin “uyum sağlamaya mecburuz.” Diyerek entegre olma peşindeyiz. Meselelere kendi kavramlarımız, kendi fikir ve düşünce yapımızla bakmadığımız için de tıkanma devam ediyor. Bizde olmayan, bizde yaşanmayan problemleri varmış kabul edip Batılı kavram ve değerlendirmelerle çareler arıyoruz. Sıkıntı burada! “ İslâm sevgi dinidir, barış dinidir, evrenseldir. Var mı aramızda önemli bir fark? Yok!” mantığının her gün bin bir türlü tezâhürüyle karşılaşıyoruz. Böyle yaptığımız zaman, sadece kendimize değil, bütün insanlığa kötülük etmiş oluruz. Doğru yol; İslâm’ın diliyle sevgi’yi barış’ı, hürriyet’i afvı-fazileti, denge’yi, hayat’ı, ölüm’ü, saadet’i anlatmaktadır. Bir misal vereyim. Adam güzel güzel Allah’ın affediciliğini anlatıyor. Güzeldir. Cenab-ı Hakk, affedicidir, bağışlayıcıdır, sonsuz rahmet sahibidir. Ama bize, afv-ı ilâhîye güvendirerek şeytanın bizi ayartabileceği de ihtar olunmuştur. Afva liyâkatin şartları var. Ve o şartların en önemlisi “nedâmet ve tevbe”dir. Bile-bile kötülük yapmaya devam edip afva güvenmek olur mu? Mesele’nin bu tarafını niye anlatmıyoruz? Hıristiyanların dejenerasyon macerasında “afv’ın ters yorumlara ve istismarlara tâbi tutulması önemli bir rol oynamıştır. Diğer kavramlarda öyledir, sevgi, hürriyet, barış, eşitlik, insan, hayat, varlık, saadet, kültür, medeniyet, hepsi, yenilenmeye muhtaçtır. İcaplar (sebepler) plânındaki ölçüleri ve hükümleri atlayarak bunu yapamazsınız. Çürüyen bir hayat tarzının taklid edilmesiyle oluşan çarpık kalıplar içinde bir takım benzeri imajları kullanarak, öz’ü görünmezleştirici ve “nasılsa aldıklarımızda farklı değildir!” tesellisini öne çıkarıcı bir tercih benimsenir ise; vebâlin en ağırına müstahak oluruz. Dürbünü tersinden tutmayalım. Elimizdeki projektörü gözümüze değil, yolumuza tutalım.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yaşar Değirmenci Arşivi