Fatih Uğurlu

Fatih Uğurlu

Bu nasıl ülke?

Bu nasıl ülke?

Her zaman seyrettiğim bir kültür kanalı. Güzel programları var, yine bir akşam açtım, gözlerime inanamadım. Bıçaksırtı adında bir program ve adı gibi, BIÇAKSIRTI. Tartışma programı güya, ama tartışma yok. Koro halinde PKK propagandası. Konukların üçü tam PKK’lı, diğeri de güya HAK-PAR’lı, o da yüzde seksem PKK’lı.

Estiler, yağdılar, zehirlerini kustular. TRT Şeş’i bile Kürtlere verilen bir sadaka gibi sundular. Programı sunan arkadaşın (ki, yapılan propagandalara çok sessizdi) Batman’daki cinayetleri sorduğunda muhatabının verdiği cevap tüyler ürpertici idi:

- Bu devlet, 90 yıldır orada zulüm yapıyor, siz birkaç ölümün hesabını soruyorsunuz.
 
Bunları gördükten sonra Başbakanın “Medya terör örgütünün reklamını yapmamalı, dikkatli olmalı” sözünün ne kadar yerinde bir uyarı olduğunu hissettim. Yandaş denilen medya bile sık sık demokrasi adına bu tuzağa düşüyor. Bir insan kendi ayağına kurşun sıkar mı?..
Bu nasıl ÜLKE?

BURAYA NASIL DÜŞTÜN?

Geneleve gitmişti. Odaya girdiğinde kadına acıyan gözlerle baktı ve sordu:
- Sen buraya nasıl düştün?
Bu defa acıma sırası kadında idi, muhatabına baktı, baktı ve:
- Benim hikayem uzundur dedi. Sen buraya nasıl düştün?.

*

Doğrusu tuhaf bir hoca idi. Çevresinde ilmine güvenilir ve dini konularda görüşüne başvurulurdu. Ama aynı zamanda da kahveden çıkmaz, oyun oynardı. Yine bir gün okey oynadığı bir sırada bir grup insan gelerek bir konuda görüş almak istediler. Konu ilginçti. Bir genelev kadını ölmüştü, fakat cenazesi ortada kalmıştı. Hiç bir hoca cenaze namazını kıldırmıyordu. Gerekçe ise O’nun bir fahişe oluşu idi. Günahkârdı ve cenaze namazı kılınamazdı!. Muhataplarına bile bakmadan, bir yandan oyununa devam etti ve soruyu cevapladı:

- O hocalara söyleyin, o kadına müşteri olanların cenaze namazını kıldırıyorlarsa, onunkini de kıldırsınlar.
Sonra, o kadının cenaze namazı kılındı ve cenazesi defnedildi. Namazını kılanlar arasında şüphesiz müşterileri de vardı.


KÖPEKCİ SAVCI



 Korkudan herkesi titreten bir savcıydı. O devir öyle bir devirdi. Tek parti CHP devri. Hukuk CHP ileri gelenlerinin söylediği şeylerdi. Onlar herşeyi bilir, her şeyi doğru yaparlardı.
CHP il başkanları aynı zamanda o ilin valisi idiler. İşte böylesine hukukun yerlerde süründüğü günlerde Ankara’dan sırtı pek bir savcı İzmit’te kendi çapında hüküm sürüyordu. Astığı astık, kestiği kestik bir savcı olarak ün salmıştı yörede. İstediği kişiyi adliyeye çeker, eşşek sudan gelinceye kadar döverde yine de kimsenin gıkı çıkmazdı, çıkamazdı. Bir pazar günü, şehrin eşrafından üç-beş kişiyi etrafına topladı. Bir çay bahçesinde sohbete daldılar. Daha doğrusu o savcı sohbete daldı. Onun olduğu yerde konuşmak ne mümkün. Savcının ağzından bal(!) damlıyordu zaten. Sabah başlayan sohbet öğleye kadar sürdü. Savcımız tamı tamına üç saat köpeğinin bahçede yaptığı muziplikleri anlattı. Herkes huzur ve huşu içinde dinlemek zorundaydılar. Sonunda bir kurtuluş haberi geldi. Öğle ezanı okunuyordu. Bugün Allah’ın rahmetine kavuşmuş olan değerli bir büyüğümüz Abdürrahim Bezci Bey ayağa kalktı ve savcıya:
 
- Sayın savcım beni çağırıyorlar, deyiverdi. Savcı şaşırdı ve sordu:
- Kim çağırıyor?
- Efendim ezan okunuyor, beni namaza çağırıyorlar.
Savcının canı sıkılmıştı, ama bir şey demedi. Tam o sırada namazla ve ezanla pek de ilgisi olmayan biri de ayağa kalktı, o da ezanı bahane ederek savcının köpek muhabbetinden kurtulacaktı:

- Efendim, beni de çağırıyorlar, namaza gideceğim.

Zaten canı sıkılmış olan savcı patlayıverdi:

- Ulan, daha ben size köpeğimin evin içindeki hünerlerini anlatacaktım. Namaz mı mühim, benim köpeğim mi? deyince Bezci birden coştu, iki ellerini göğe doğru açarak haykırdı:

- Ey güzel Allah’ım, üç saattir düşünüyordum, bu kulunu neden köpeğine bu kadar kul etmişsin diye, şimdi anladım ki sen sana kul olmayanları köpeğine kul edermişsin.
Abdürrahim Bezci hışımla camiye doğru yürüyüp gitti. O günden sonra ne mi oldu? İzmit’te o savcı, “köpekçi savcı” olarak anılmaya başladı. Bu namının yayılması savcıyı fazlasıyla rahatsız etti ve “Tebdil-i mekanda ferahlık vardır” diyen savcı, İzmit’e çok uzak bir ile tayinini istedi.

ÖYLE BİR GEÇER ZAMAN Kİ

Yılın ilk karı doğunun bazı illerin de dağların yüksek kısımlarına yağdı. İnanılır gibi değil. Eylül’ün son günü dağlar bembeyaz. Bu haberi televizyonda seyrettiğimde halamı hatırladım birden. Güzin Halam şair ruhlu bir kadındı. Zaman zaman da ruhundan gelen sesleri kağıda dökerdi. Halam, bir gün annesinin mezarını ziyaret etmeye niyetleniyor. Sabah bir de ne görsün, her yer karla kaplanmış. Hem de takriben 1 metreyi bulan bir kar tabakası söz konusu imiş. Geceden beri annesinin mezarını ziyaret etmek arzusu ile yanıp tutuşan Güzin Halam oturmuş, o andaki duygularını kâğıda dökülüvermiş.

Bugün sana gelmekti arzum kaybolan mezarını aramak
Bulursam anne kokulu bir toprak koklayıp yüzümü sürecektim.
Kar yağdı annem örttü toprakları
Gözyaşlarım eritirse karları gelip arayacağım anne kokulu toprakları.

Halamın şairliği oğluna da genetik olarak geçmişti. Oğlu okuduğu Fenerbahçe Lisesi’nde tiyatro kolunda oyunlar sahneye koyuyor, şiirler yazıyor ve bir zaman sürecinde kendisini solun önemli şairleri arasında buluveriyordu. Babası da hakimdi ve vaktiyle Nazım Hikmet’le aynı cezaevinde bulunmuş. Halamın oğlu sonunda İstanbul Şehir Tiyatroları’nda başlayan yönetmenlik serüvenini aynı kurumda Genel Sanat Yönetmeni olarak noktalamış.

Zira görevine son verilmiş, Ve o da oyuncu olarak dizilere transfer olmuş. Efendim size televizyonların unutulmaz dizisi “Öyle bir geçer zaman ki”nin sezon finalinde vurularak öldürülen ünlü oyuncusu “Hikmet Karcı”dan bahsediyorum. İyi oyunlar Orhan Alkaya...



Önceki ve Sonraki Yazılar
Fatih Uğurlu Arşivi