Siyaset ve sadakat

Siyaset ve sadakat

Sinemalarda gösterilen bir George Clooney filmi var bu aralar.

Gerçek anlamda bir Clooney filmi çünkü senaryonun yazımına katkıda bulunmuş, yapımcılığını üstlenmiş, oynamış ve yönetmiş.

Bu anlamda George Clooney yeni bir Robert Redford olma yolunda ilerliyor diyebiliriz.

Filmin İngilizce adı ‘’The Ides of March’’, Türkçe’ye ‘’Zirveye Giden Yol’’ diye çevrilmiş.

‘’Ides of March’’, Latince Litus Martiae’den geliyor, ayın tam ortasına denk gelen dolunay gününü ifade ediyor. Romalılar, Mars tanrısına adadıkları bugünde askeri törenler düzenlermiş.

Ancak, deyim Batı dillerine, tarihe ‘’Sen de mi, Brutus!’’ sözüyle geçen Ceasar Suikasti ile geçmiş.

Suikast için o gün seçilmiş çünkü Ceasar o gün yürüyerek Pompey Tiyatrosu’na gidermiş.

Roma diktatörü Ceasar suikasti ‘’Ides of March’’ günü işlendiği için ihanet günü olarak adlandırılmış.

Başroldeki Ryan Gosling kelimenin tek anlamıyla döktürmüş, aslında kadronun tamamı tanıdık ve başarılı oyunculardan oluşuyor.

Filmin bizi ilgilendiren yönü, konusu; siyaset ve sadakat ilişkisini sorgulayan çarpıcı bir konusu var. Daha doğrusu bu dünyada ihanetin ne kadar sıradan bir olay olduğunu gösteriyor.

Demokrat Parti’de başkanlık adayı için çekişen iki adayın rekabeti sırasında, adaylardan birinin kampanyası ekseninde bu dünyanın gerçek yüzünü, dengelerinin ne kadar hızlı değiştiğini görüyorsunuz.

Dahası, insan denilen varlığın karmaşıklığını, başarı ve güç uğruna, inandığı tüm değerleri bir kalemde nasıl kenara atabildiğini net bir şekilde anlıyorsunuz.

Bu filmi görün derim, siyaseti daha iyi anlar, hiçbir şeye hayret etmez hale gelirsiniz.

Çünkü bu dünyada tek güç var, o da iktidar.

İktidarı ele geçirmek için şeytanla bile işbirliği yapmaya hazır insanlar olduğunu tarih bize örnekleriyle gösteriyor.

Ancak, bir roman kurgusuna dayanan film, bu gerçeği bir Shakespeare oyunu gibi anlatmayı başarıyor açıkçası.

Spekülasyonları bitiren ziyaret

Kimi çevrelerin ömrü Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile Başbakan Tayyip Erdoğan arasında bir kavga bekleyerek geçecek.

Defalarca yazdık ama bir daha yazalım; bu iki lider kavga etmez.

Aralarında somut politikalara ilişkin görüş ayrılığı olmaz mı, elbette olur. Ama bu farklılık hiçbir zaman kavga veya kırılma noktasına gelmez.

Kimilerinin savunduğu üzere, Erdoğan’ın Çankaya’ya çıkmasının ardından Abdullah Gül başbakan olabilir veya mevcut kabineden bir isim bu işi üstlenir.

Ancak bu konuda da kavga veya bölünme olmaz.

Çukurambar’da bir akşam kahvesi görüş ayrılıklarını noktalar.

Cumhurbaşkanı Gül ve Hayrünnisa Gül’ün pazar günkü ziyareti bu gerçeği göremeyenlerin gözünü açar belki...

Star spekülasyonu

Gazetemizin güçlü bir yazar kadrosu var ama belki de biraz fazla güçlü.

Ahmet Kekeç’ten başlayıp devam ederseniz, hemen her sayfada yıldız niteliğine uygun bir yazar olduğunu görürsünüz. (Bu ara belki bir kaç yazar toplanıp Kekeç’in kolunu falan kırabiliriz çünkü hepimizi kıskandıracak kadar iyi yazıyor.)

Dediğim gibi, yazar kadrosu güçlü ve Star’ın rakipleri karşısındaki en kuvvetli noktalarından birini oluşturuyor.

Muhafazakar ve liberal yazarların renkli bir yelpazesini oluşturan kadro, Türkiye gerçeğini anlamak isteyenler için müthiş bir bakış açısı oluşturuyor.

Ama yazarlardan zaman zaman habere yer kalmıyor.

Bunu eski bir yayın yönetmeni olarak çok iyi anlıyorum. Hele reklamın yoğun olduğu günler ciddi sıkıntı yaşanıyor.

Bu nedenle, bir ayrım gözetilmeden tüm yazarların haftalık yazı sayısında bir düzenlemeye gidildi.

Mustafa Karaalioğlu en başta kendi yazılarının sayısını indirdi. Benim yazılarımın sayısı da haftada 5’ten 4’e düşürüldü.

Bu tasarrufu farklı şekilde yorumlayanlar ve muhalif seslerin kısıldığını iddia edenler o yüzden yanılıyor.

Zaten bir yazarın değeri haftada kaç yere yazdığından çok, ne yazdığı ile ölçülür.

O yüzden öküzün altında buzağı arayanlara buradan ekmek çıkmaz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi