Fatih Uğurlu

Fatih Uğurlu

Medyada maskeli balo ve Genelkurmay’ın durumu

Medyada maskeli balo ve Genelkurmay’ın durumu

2012’nin en acı sürprizi 35 köylümüzün Irak içerisinde PKK’nın Haftanin Kampı yakınlarında terörist zannedilerek bombalanması ve hayatlarını kaybetmesi oldu. Bu olay şüphesiz vicdan sahibi herkesin yüreğini yaraladı. Sonradan söyleniyor ki bu vatandaşlarımız geçimlerini Irak’tan mazot ve sigara kaçakçılığı yaparak sağlamaktalar. Buraya kadar hemfikiriz. Ercü ailesinin acısı acımızdır. İşin cılkı burada çıkıyor.

Genelkurmay Başkanlığı ikiyüzlü Türk medyasının ağır bombardımanı altında kendisini savunmaya çalışıyor. Barış ve Demokrasi kelimesini sadece adında taşıyan aslında o kelimelerle uzaktan yakından ilişiği olmayan bir partinin genel başkanı Selahattin Demirtaş da bu olayın ikinci 33 kurşun olayı olduğunun altını çiziyor kalınca. Hazret, Türk devletine ve onun hükümetine gol atmak için bir fırsat bulduğunu düşünüp 4 koldan saldırıyor. 35 vatandaşımızın cenazesi istismar için iyi bir fırsat... Hemen bu fırsat değerlendiriliyor.

Ölümler üzerinden siyaset yaparak siyasi rant sağlamak bu partinin genel felsefesi.

İyi de bu işte onlara payandalık yapan medyaya vatandaş ne demeli? Ben vicdanıma yandaş medyayım. O ne derse yolundan ayrılmam asla. Ama bizim medyamız sürekli bir maskeli baloda görevini yapıyor. Pek çok meslektaşımızın iki maskesi var. Duruma göre hangisi lazımsa o takılıyor. Yani herkese göre bir mavi boncuk dağıtma olayı. Demokrat bir tablo mu göstermek lazım, hemen Genelkurmay topun ağzında.

Mustafa Muğlalı ve onun 33 vatandaşımızı İran sınırında suçsuz yere kurşuna dizdirmesi ve bu olayı şiirleştiren Ahmet Arif gündeme alınıyor ve sahte gözyaşları dökülüyor.

Hangi Taraf olduğu bir türlü belli olmayan bir gazete de “Devlet halkını bombaladı” gibi insaf ölçülerine sığmayan provokatör bir başlığı atmakta beis görmüyor. Dost-düşman herkes AK Parti’ye ve Genelkurmay’a saldırıyor.

Sürekli bombalanan bir PKK kampının yakınında bulunmak onlara bir sorumluluk yüklemiyor mu? Pilotların kalp gözü açık olup, “Bunlar bizim köylülerimiz, bırakalım katırlara mallarını yüklesinler” mi demeliydiler. O katırların vaktiyle Dağlıca’nın karşısındaki dağlara “Doçka”ları taşıdığını ve yüzlerce Mehmetçik’in pek çok karakol baskınında bu ihmal yüzünden öldüğünde hep bir ağızdan bağırmamış mı idik “Ey Genelkurmay, uyuyor musunuz o uçaksavarlar, o roketatarlar katır sırtında o dağlara çıkarılırken siz ne yapıyordunuz?”

Genelkurmay daha o ihmallerin altında ezilirken, bugün neden görevini yaptın diye kızıyoruz. O katırlara roketatarlar yüklenip, karakollar basılsa idi koro halinde Genelkurmay’a hesap sormayacak mı idik? Yahu kimse empati yapmıyor. Hükümete ve Genelkurmay’a vurmak sanki size yeni bir kimlik kazandırıyor. Ben eminim vicdanlardan güç alan bir sonuç değil bu. Demokrat görünmek kaygısı pek çoğumuzun davranışını yönlendiriyor. Kimse düşünmüyor bu olayla Mustafa Muğlalı’nın ne alakası var.

Ben Mustafa Muğlalı olayını incelemiş ve yazı serisi haline getirmiş bir insanım. Bu olayla uzaktan yakından ilgisi yoktur. Orgeneral Mustafa Muğlalı önceleri düzmece Menemen olaylarında kurulan İstiklâl Mahkemesi’ne hukukçu olmamasına rağmen başkanlık etmiş ve 35 kişiyi suçsuz yere asmış, o günkü iktidarın keskin kılıcı bir askerdi.

30 Temmuz 1943 yılında da İran sınırında 33 vatandaşımızı suçsuz yere kurşuna dizdirmiş ve olaya da “askerle çatışmaya girenler öldürüldü” süsü verilmişti. Ne zaman Demokrat Parti (1946) 50 milletvekili ile meclise girdi, olay meclise taşındı ve Muğlalı tutuklandı ve mahkemede bu emri “En yüksek makamdan aldım” diyerek Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’yü işaret etmişti.

Sonuç mu ne olmuştu? Mustafa Muğlalı idama mahkûm edilmiş, ama o gün de bugünkü sağlam orgenerallere hasta raporu veren GATA gibi askerler Muğlalı’yı koruma adına onu hasta diye hastaneye yatırmışlar ve cezaevine girmeden orada ölmüş, hesaplar ahirete kalmıştı. Şair Ahmet Arif de bu olayı 33 kurşun adıyla şiirleştirmiş ve hafızalara nakşetmişti.

İşte bu zalimin adı 12 Eylül darbecileri tarafından olayın cereyan ettiği Van’ın Özalp ilçesinde bir kışlaya verildi. Ben o yazı serim yayınlandığında daha kimsenin aklında yokken o kışladan adının çıkarılması için kampanya açmıştım. Bunu en iyi o zamanki Hürriyet gazetesi Genel Yayın Müdürü Ertuğrul Özkök bilir (?), Şükür ki 2011 yılında o zulüm abidesinin adı o kışladan çıkarıldı.

Burada Genelkurmay’ın da hassasiyetle üzerinde durması gereken bir nokta vardır. Geçmişte yaşanan bazı olaylar nedeniyle halkta bu ordunun içinde bir kliğin evlatlarımızı bile bile ölüme gönderdiği yolunda ciddi şüpheler vardır. Bu yüzden de orduya karşı ciddi bir güven bunalımı vardır. Ve son olayda da medya içindeki ikiyüzlülerin karşısında savunma yapmakta zorlanmaktayız.

Bu güvensizlik bilgisayarlara musallat olan virüs gibidir. Bir gün gelir, tüm sistemi çökertir. Genelkurmayımız bunu aşmak için her şüpheli durumun üzerine kayıtsız-şartsız gitmeli ve sorumluları hangi makama ulaşırsa ulaşsın deşifre edilmelidir. Bu son olay bence tarihi bir fırsattır.

Şimdi bu olayla, bugünkü olay arasında bağ kurmak için ya aptal, ya da kötü niyetli olmak lazımdır.

Bu Genelkurmay bizimdir. Ana hammaddesi bizim evlatlarımızdır ve bu ordunun tüm masraflarını biz karşılıyoruz. Bu ordu bizi dış düşmanlardan korumak için vardır. Zaman zaman olan yol kazaları bu gerçeği asla değiştirmez. Bu yüzden eleştirilerimiz, daha iyi olması için olmalıdır. Bu noktayı hiç unutmamalıyız.

Bu satırları kaleme alan insan, bu haber sitesinde daha birkaç gün önce Genelkurmay’a hitaben geçmiş darbelerden dolayı özür dilemesini istemiş ve yeri geldiğinde defalarca vicdanının sesini dinleyerek kendince haklı bulduğu konularda eleştiriler yapmış bir kişidir.

Üstelik 28 Şubat döneminde yayın yönetmenliği yaptığı Üsküdar FM’de sabahları günlük gazeteler okuduğu ve yorumları ile en itibarlı reyting ölçüm kuruluşları tarafından en çok dinlenen radyo programı seçilmiş ve tehditler almış, Genelkurmay tarafından fişlenmiş ve dikkatle izlenmiş bir medya mensubudur. Ne var ki bütün eleştirilerinde daima hesap verdiği tek makam vicdanı olmuştur.

Biz bu Genelkurmay’ı “Çürük karakollarda evlatlarımızı pisipisine ölüme mahkûm ediyorsunuz” diye eleştiriyorsak, o karakollara baskın düzenleyenlere karşı yaptıkları baskını da savunmalıyız.

Orada bulunan köylüleri de “bizim sınırlarımız dışında, PKK kampının yakınında dolaşmalarının da onların suçu olduğunu” söylemezsek yarın bu pilotlardan düşmanı bombalamasını nasıl isteyeceğiz. Lütfen empati yapın, onların işi savaş ve gerektiğinde bombalamak! Gelip Diyarbakır’ı bombalasalardı hesap sorabilirdik. Bugün onları suçlarken vicdanlarımız gerçekten rahat mı, bu soruyu hepimiz samimiyetle kendimize soralım.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Fatih Uğurlu Arşivi