Mustafa Çelik

Mustafa Çelik

Hayatın pusulası imandır(2)

Hayatın pusulası imandır(2)

İslâm ümmetine yapılacak en büyük kötülük, İslâm ümmetinin imanıyla oynamaktır. İman, ferde, aileye, topluma ve devlete istikamet belirler, yön gösterir. İman karanlıkta bırakmaz. çünkü iman, serapa aydınlıktır. Allahû Teâla buyuruyor: “Kendisini ölü iken diriltip, insanlar arasında yürüyebileceği bir ışık verdiğimiz kimse karanlıklar içinde kalıp oradan hiç çıkmayan kimse gibi midir? Böyle olmakla beraber kâfirlere, yaptıkları işler süslü görünür.” (En’âm Sûresi, 122) Burada kendilerine ışık verilenlerden maksad, kendilerine iman verilenlerdir. çünkü Kur'an-ı Kerim'de iman nur, inkâr karanlık olarak ifade edilir. İman; hayatı, olayları ve varlıkları sebep-netice ilişkisi içinde akli, ahlâkî ve vicdani olarak izaha kavuşturan yegâne nurdur, ışıktır, mercektir. İmansızlık anlamsızlıktır, saçmalıktır, kaostur. Geçmiş hali ve istikbali insan aklını, vicdanını ve ruhunu tatmin edecek şekilde izah sadece imanla mümkündür. Vahye dayanmayan akıl ve ilim, varlıkların nasıl vücuda geldiklerini izah edebilir; fakat nihai gaye olarak niçin var olduklarını açıklayamaz. Bir yere nasıl gidileceğini bilmek önemlidir; fakat niçin gidileceğini bilmek daha önemlidir. Buna göre niçin gaye, nasıl vasıtadır. Asıl olan da gayedir. İşte iman kişiye hem gayeyi, hem de o gayeyi gerçekleştirecek vasıtayı verir.
Hayatta gaye belirsizliği, imansızlıktan gelir. Günümüz dünyasında pek çok kimselerce hayat yolculuğunun nihai gayesi belirsizdir. İnsanlar günlük, aylık ve en fazla da ömürlük planlarla oyalanmakta, ölüm ötesine, ebediyete uzanan büyük hedeften habersiz yaşamaktadırlar. Halbuki ebedi saadet ancak ebedi hayatın varlığı ile mümkündür. ölüm bütün fani hesapları bozmakta, lezzeti eleme çevirmektedir. Yokluğa isyan eden insan fıtratını tatmin edecek ve onu ebedi var olmanın neşesine kavuşturacak yegâne iksir Allah’a ve âhirete imandır. İman, iki cihan saadetinin yegâne değişmez ve alternatifi bulunmaz menbaıdır.
Hayatta hakiki aydınlık iman olduğu halde “aydınlanmayı” imandan kurtulmak şeklinde yorumlayanlar gönülleri karanlığa boğdurulmuş olanlardır. Asrımızda imana rakip ve alternatif olarak ileri sürülen modernite, iman hırsızlığının, karanlığın ticaretinin öteki ismidir. Şunu bilelim ki; modernite, Allah’ın ve dinin olmadığı, kurtarılmış bir dünya, seküler bir din kurmaya kalkıştı. Sekülerleşme; insanın, aklı ve dili üzerindeki dini ve metafizik denetimden kurtarılması şeklinde tarif edilmektedir. Büyünün bozulması, aklın din esaretinden kurtarılması, bülûğa ermesi, vahye ihtiyaç duymaması, insanın bakışlarını dünya ötesinden bu dünyaya ve bu zamana çevirmesi şeklinde algılanan sekülerizm, insanın tamamen maddeye yönelmesine, kendi değerlerini kutsallıktan soymasına, kendi kendini ilahlaştırmasına, yaratıcı rolüne soyunmasına, topyekûn varlıklara karşı despotça davranmasına yol açtı. Batıl dinlerin, hurafelerin, tılsımların, ideolojilerin, mitolojilerin insan aklını esir ettiği, ilerlemenin önünü tıkadığı bir gerçektir. Batı, aklı Rönesans ile birlikte istiklaline kavuşmasıyla teknolojik alanda büyük devrim yaptı. Tabiata hâkim olma yolunda önemli başarılar elde etti. Bu bir bakıma ilme karşı koyan kiliseye, engizisyona, Yunan mitolojisine karşı bir zaferdi. Kiliseye, hurafelere karşı elde edilen bu zafer adeta bir intikam duygusu içinde manevi değerleri büsbütün dışlamaya, dini hayattan, özelikle de “kamusal alandan” kovmaya alet edildi. Maddi alanda elde edilen başarı, maneviyattan uzak kaskatı, soğuk, bencil, acımasız, vahşi bir insan tipi çıkardı. Kendini egoizmin, maddenin karanlığına hapseden zavallı bir insan… Seküler insan; yıkıma doğru sürüklenen gösterişli ve anlamsız bir mekanizmanın ağına düşmüş bulunuyor. Alkol, uyuşturucu, spor, eğlence, müzikle bu felaketi örtmeye, unutmaya çalışıyor. Sistemleştirilmiş cehaletin, bilimsel kibrin ve modern ukalâlığın sahte heybeti içinde reklâma ve makyaja dayalı saltanatını sürdürmeye gayret ediyor. Kendi iç dünyasını ihmal eden, bütün enerji ve mesaisini dış dünyayı elde etmeye yönelten, böylece her an kendinden uzaklaşan bu materyalist insan tipi kendine hakim olmadan tabiata hakim olmaya çalıştı. Elde ettiği güçle başkalarını ezmeye, sömürmeye, tabiatı yağmalamaya kalkıştı. Allah’ın mülkü olan âlemde, Allah’ın halifesi olduğunu unuttu. Kur’ân tabiriyle “yeryüzünde fesat çıkardı.” Allah’a karşı hakimiyet iddiasına kalkıştı. Allah’ın hakkını da Sezar’a vermeye yeltendi. Sekülerizmin, ilerleme dininin modern papazları, eski papazlardan daha bağnaz çıktı. Modern engizisyonlar kurdular, dini üniversitenin kapısından içeri sokmadılar. Yaratılış yerine evrimi, vahyin yerine heva ve heveslerini ikame etmeye kalkıştılar. Vahşi kapitalizm, “bırak yapsın, bırak geçsin” felsefesiyle zayıflara hayat hakkı tanımadı. Güç, hakkın yerini aldı, yani güçlü olan haklı sayıldı. Şunu bilmekte fayda vardır: Allah’ın mülkünde “kamusal alan” tabiri arkasına sığınarak Allah’a kulluk etmeye çalışanları laikçilik değnekleriyle hizaya getirmeye çalışan jakoben laikçiliğin savaşçıları, sekülerizmin, ilerleme dininin modern papazlarıdır. Bunların ne kendilerine, ne de başkalarına faydaları olmaz.
Sekülerizmin, ilerleme dininin modern papazları dediğimiz jakoben laikçilik peşinde koşanların fecri ve istikballeri de olmaz. çünkü iman ve ahlâk zemini olmayan böyle zalim bir gücün ilanihaye devam etmesi mümkün değildir. Bu zalim gücü temsil edenler ateş çemberiyle kuşatılmış bir akrep gibi kendileriyle birlikte bütün insanlığı intihara sürüklemektedirler. André Malraux’un (1901-1976) dediği gibi: “21. asırda dünya ya dine dönecek, ya da mahvolacak.” Albert Camus da (1913-1963) aynı şeyi söylemektedir: “İnsanlar ya kutsal kültürün paha biçilmez hazinelerini keşfedecekler, ya da seküler kültürün giderek daralan çemberi içinde toptan intihar edeceklerdir.” D. Robinson ise bu felakete şöyle işaret etmektedir: “Hıristiyanlık bitmiştir. Seküler değerler de aynı derecede içi boş değerlerdir. çağımızın kitlesel insanı seküler değerlerin boşluğunu nihayet görüp kavradığında ortaya korkunç karamsarlıkta bir nihilizm çıkacaktır. Artık ona, inanılacak hiçbir şey kalmayacağından medeniyet çökecektir.” Yeri geldiği için altını çizerek diyoruz ki; İslâm topraklarında laikçilik yapmak, doğrudan doğruya iman hırsızlığında bulunmaktır. Laikçilik; inançsızlığı, gayesizliği ve çaresizliği dayatmaktır. Materyalizmin, vahşi kapitalizmin insanlığa sömürü ve felaketten başka verebileceği bir şey yoktur. Bu kötü gidişi çaresizce seyretmek yerine maneviyata dayalı yeni bir devrime öncülük etmek gerekir. R. Garaudy’nin deyişiyle: “Allah’sız bir ekonomiyi, Allah’sız bir politikayı, Allah’sız bir eğitimi istemiyoruz” demek gerekir. Sekülerizm; başlangıçta kilise dogmalarına karşı bir hareket olarak doğmuşsa da, aynı din karşıtı tavrıyla doğuya da taşınmış ve özellikle yönünü batıya çevirmiş İslâm ülkelerinde, İslâm düşmanlığına dönüşmüştür. Nakib Attas’ın dediği gibi: “Müslümanlar bunu kendi içlerinden ve nerede görürlerse derhal kovmalıdırlar; çünkü o, gerçek inancı öldüren bir zehir gibidir.” Şayet batının aydınlanma döneminde Avrupa’ya İslâm hakim olsaydı veya en azından İslâm bilinseydi bugün ne Avrupa’da, ne de tüm dünyada bu mânâda bir sekülerizm olmazdı. Zira İslâm, insan aklının önüne set çeken bütün engelleri, hurafeleri, efsaneleri, tılsımları, büyüleri ortadan kaldırmış, yerde ve gökte her şeyi insanın istifadesine sunmuş, ilahi mesajı “Oku!” emriyle başlatmış, çalışmayı, helal kazancı, adaleti ve Hakk'a dayalı gücü teşvik etmiştir. Hurafe ve tılsımları kaldırırken tabiat ve hayatı büsbütün maneviyattan tecrit etmemiş, böylece ruh-beden, dünya-ahiret, madde-mânâ dengesini kurmuştur. Sekülerizm ise bu dengenin, dolayısıyla da bütün dengelerin bozulmasına yol açmıştır. İslâm'ın hâkim olmadığı hayata yön vermesine müsaade edilmediği bir yerde denge olmaz. Orada hayatın kıyameti kopmuş demektir.
Netice olarak hayatın pusulası imandır.. İnançsızlık sorumsuzluktur, başıboşluktur, şaşkınlıktır, hedefsizliktir. Kur’ân tabiriyle: “Hidayeti bırakıp sapıklığı satın almadır.” Fakat bu ticaret, kâr sağlamak şöyle dursun, insanlığa korkunç zararlar getirmiştir. Zararın neresinden dönülürse kârdır. Baştaki ayet-i kerimeye dönersek: imansızlık sebebiyle kalpleri ölü olan, bilahare vahiyle diriltilen, vahyin aydınlığında salimen yürüyen, hayatlarını ve istikametlerini ilahi prensiplere göre düzenleyen kimseler bir tarafta, imanın aydınlığından mahrum, imansızlığın karanlığına mahkûm, üstelik yarasalar gibi aydınlığa düşman kimseler diğer tarafta… Bu ikinci grup batıllarını allayıp pullayan, dünya hayatının dar hudutlarını aşamayan, geçmişleri ve gelecekleri karanlık, bununla birlikte kendilerini aydın, hayatlarını aydınlık sayan kimselerdir. Bunlar fikir ve davranışlarını allayıp pullamakla hem kendilerini, hem de hâkim oldukları toplumları aldatmakta, sırat-i müstakimden uzak olarak inkâr karanlığında yolsuz ve yönsüz şaşkın şaşkın dolaşmaktadırlar. Bugün imana yani tevhide rağmen modern hurafelerin merkezi sayılan Avrupa Birliği’nin kriterlerini hayatın pusulası haline getirenler, ne kendilerini, ne de memleketlerini karanlıktan kurtaramayacaklardır.
İnsanlığın önünde iki tercih var: Ya imana dönmek, imanı hayatın pusulası yapmak, ya da gayesiz ve çaresiz olarak karanlıklarda bocalamaktır. Karanlıktan, çaresizlikten, gayesizlikten kurtulmanın çaresi kul kaynaklı düzmeleri tarihin çöp sepetine atıp imanı hayatın yegâne pusulası yapmaktır


Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Mustafa Çelik Arşivi