Laiklik ve dedelik

Laiklik ve dedelik

Olmaz ya; bir gün gelir de Türkiye’nin gerçekten “laik bir devlet” olmasına ihtiyaç duyulursa, bilin ki bunun nedeni Sünnilik değil, Alevilik olacaktır! Başbakan’ın “dindar nesil” sözlerine ve “okullarda din eğitimine karşı”  gösterilen tepkilerde görüldüğü üzere laiklik konusunda Alevi kardeşlerimizin ne kadar iddialı oldukları düşünülünce, bu ifademin tuhaf karşılanacağının farkındayım. Ancak Marks’ın dediği gibi: “Her şey göründüğü gibi olsaydı, bilime ihtiyaç olmazdı!” 



İç Anadolu’da, özellikle Çorumlu ve Yozgatlı hemşerilerimizin iyi bildiklerini tahmin ettiğim bir “Alevi atasözü” vardır: “Deden yok dedeparan yok, Yezit olduğuna dua et!” 



Bu sözün darb-ı mesel anlamının derin hikmeti biryana, gerçek anlamının da bin yıllık Ortaçağ Avrupa’sının özeti olduğunu söylesem, inanın hiç de abartmış sayılmam.

 



Atasözünün ne anlama geldiğini açıklamadan önce laikliğin Avrupa’da çıkış nedenine kısaca bir bakalım... 

 



Ortaçağ’da çöken Roma imparatorluğunun (395) bıraktığı boşluğu Katolik kilisesi doldurmuştu. Başta imparatora karşı kilise ile arayı iyi tutan monarklar, merkezi yapının çökmesiyle kendi otoritelerini pekiştirmek ve topraklarını genişletmek isteyince papa ile sorun yaşadılar. Zira bunun için vergi toplamaları gerekiyordu ve özellikle devasa arazilere sahip kilise mülklerinin vergilendirilmesi Avrupa monarşilerinin yaşaması için hayati bir öneme sahipti.

 



Böylece Avrupa’da laiklikle sonuçlanacak kral – kilise çatışmasında ilk kavga 1300’lerin başında Fransa Kralı “Yakışıklı” Philip ile Papa 7. Boniface arasında baş gösterdi. Philip, Fransız kilise adamlarından vergi almak istedi. Papa ise ‘Clericis Laicos’ fermanı ile din adamlarının kendisinden izin almadan bu vergiyi ödemesine yasak getirdi. İşte ne olduysa ondan sonra oldu. 

 



Luther’in yazılarını okuyanlar, onun Osmanlı’daki din - devlet ilişkisine olan hayranlığını bilir. Luther yazılarında, Müslümanlara olan nefretini kusarken bir yandan da Osmanlı’daki din – devlet uyumuna işaret ederek Hıristiyanlıkta da böyle olması gerektiğini savunur. Luther bu nedenle Katolik kilisesi tarafından “Hıristiyanlığı İslamileştirmekle” dahi suçlanmıştır. Yani Ortaçağ Avrupa’sında laiklik aslında din - devlet ilişkileri açısından Osmanlının bir taklidi olarak gelişmiştir. Nitekim bu konuda öncü sayılan İngiltere, Katolik kiliseden çok erken bir dönemde bağımsızlığını alarak “milli” Anglikan kilisesini oluşturmuştur. Bilindiği gibi Anglikan kilisesinin başı, tıpkı “Halife” sıfatını taşıyan Osmanlı padişahı gibi kraldır. (Yani şuan Kraliçe Elizabeth).



Evet, İslam’da “ruhbanlık” yani din adamı sınıfı yoktur...  Ancak bu tarihte Sünnilik için geçerlidir… 

 



Peki, Şiilikte öyle mi? İran’da “molla” dediğimiz din adamlarına “ruhani” dendiğini biliyor muydunuz? Şii ruhaniler devletten maaş almaz… Bunun yerine kendi tebaalarından zekât benzeri “humus” (beşte bir) denen bir tür “aidat” toplarlar. Bu durum Şii din adamına ekonomik bağımsızlık getirmiş, devlet karşısında gerçek anlamıyla bir “sınıf” olmalarını sağlamıştır. 

 



Buna karşın Sünni dünyada din görevlileri Osmanlı’da ne ise bugün de odur. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın durumu –alanı büyük oranda daraltılmış olmakla birlikte - Osmanlı’daki Şeyhülislamlık makamından farklı değildir. Yani Sünni din adamının devletle ilişkisinde Osmanlı’dan günümüze çok da fazla bir değişiklik olmamıştır. 



Ama Alevilikte öyle mi? Aleviliğin Şiilikle olan derin tarihsel bağlarını burada tartışacak değilim. Ancak atasözümüze dönecek olursak… 

 



Alevilikte bilindiği gibi “dedelik” kurumu vardır. Dedeler Aleviliğin din adamlarıdır. Aleviler, tıpkı Şii din adamları gibi devletten maaş almazlar... Bunun yerine tıpkı Şii ruhaniler gibi vatandaşlardan “humus” (dede parası) toplarlar... İşte atasözünde kast edilen de budur. Alevi vatandaş Sünni komşusuna diyor ki, “Sen devlete vergini veriyor, kurtuluyorsun… Ben bir devlete vergi veriyorum, bir de dedeye, dede parası veriyorum, mezhebinin kıymetini bil...” 

 



Şimdi anladınız mı bazı “dedelerin” bir yandan Diyanet İşleri Başkanlığı’nın varlığına karşı çıkarken, bir yandan da Diyanet’e bağlanmak istememelerinin hikmetini… 



 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi