Fatih Uğurlu

Fatih Uğurlu

G.Kore’de müçtehid(!) bir Türk Subayı

G.Kore’de müçtehid(!) bir Türk Subayı

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve beraberindeki heyet Güney Kore’ye ayak basıyor. Orada nükleer enerji konulu bir toplantıya katılacak ve ABD Başkanı Barack Hüseyin Obama ile de önemli bir görüşme yapılacak. Efendim biz 1952 yılında ABD’nin yanında Güney Kore’de savaşmış ve pek çok şehit vermiştik. Bugün hâlâ “Bizim dünyanın öbür ucunda ne işimiz vardı, neden savaştık” diye sorgulayan tarihçilerimiz vardır. Biz o tartışmaya girmeden Güney Kore ile ilgili ilginç bir hatırayı sizinle paylaşalım istedik. Hatıranın sahibi 27 Mayıs 1960 darbesinin çiçeği burnunda ihtilalcisi Cemal Madanoğlu. O da 1952’de Kore’ye giden Türk Birliği’nde komutan. O ilginç ve bir o kadar tuhaf hatırayı ibretle ve hatta dehşetle okuyunuz. İşin tek hoş tarafı yıllar sonra bir nefs muhasebesi yapan Madanoğlu’nun itirafı. Hazret hiç olmazsa bunu başarmış.

1941’de Kara Harp Akademisi’nden kurmay subay olarak çıkan Cemal Madanoğlu, 1953-1954 yıllarında Kore savaşına katıldı. Görevi Türk Komutan Yardımcısı idi. 1960 yılından sonra yayınlanan, sahipliğini Bab-ı Ali’nin ünlü gazete patronlarından Safa Kılıçlıoğlu’nun, genel yayın müdürlüğünü de Hakkı Devrim’in yaptığı haftalık olarak yayınlanan Meydan dergisindeki yazısında Cemal Madanoğlu, Kore’deki çok ilginç bir hatırasını anlatıyor. Amerikalı bir papaz yarbay karşısında bol keseden İslâmi konularda fetva veren Madanoğlu, sonunda mahcup olur. Ama o akıllanmayacaktır. Bu defa bir Kurban Bayramı namazı icat ederek, askere kendi kafasından yeni bir namaz kılma şekli uygulatmak isteyecektir. İyi niyetli, bir o kadar da askerin dine bakışındaki yanlışlığı ve din subaylığı müessesesinin önemini vurgulayan örnek olması açısından aynen yayınlıyoruz. Buyrun dudaklarınızı uçuklatacak o satırlara...

ABD’Lİ PAPAZ, İSLÂM’I BİZİMKİNDEN İYİ BİLİYOR

“Yıl 1953... Bir nakliye gemisiyle Kore’ye gidiyoruz. Bizim koğuşlardan şikâyet ediliyor; sigara içilmekte, yerler kirletilmekte, hatta yataklar, çarşaflar yanmaktaymış. Durumu inceledik, hatanın yerleşme düzeninde olduğunu gördük. Bizim asker koğuşlara bölük bölük değil, rastgele dağıtılmış. Kadro ve gemi planına göre, hepsini yeniden yerleştirdim. Baktım düzen bir anda kuruldu. İçim rahat, kamaramda sırtüstü uzanmış kitap okuyordum. Kapı vuruldu ve bir Amerikalı yarbay girdi:

- Bu kadar kısa zamanda duruma intibak eden başka bir birlik görmemiştim, tebrik ederim, dedi. Ama, sizin de bir eksik yanınız var.

- Ne gibi, dedim.

- Bir ibadet yeri ayırmadınız!

İşaretine baktım, karşımdaki bir papazdı. Bizim imamımız son kafileyle gelecek. Kısa kesmek istedim:

- Biz Müslümanız dedim, seferî iken ibadetten muafız.

Papaz yarbay, bir duraladı. Sonra, Kur’an-ı Kerim’in seferilikle ilgili âyetini, hem de Arapça söyleyerek, ibadetimize mani bir hal bulunmadığını izah etti.

- İyi ama yer yok, dedim.

Ertesi sabah, hiç unutmuyorum bayramdı. Bayram namazını, papaz yarbayın kaptan köşkünün önünde, yerlere yeni battaniyeler çivileterek, branda bezinden adeta çatı örerek hazırlattığı portatif camide kıldık.

DİNİN ÖNEMİNİ PAPAZDAN ANLIYOR

O bayram sabahı, bilgili din adamları yetiştirmeyişimizin ızdırabını en fazla duyduğum günlerden biri oldu. En az bir üniversite hocası ehliyetinde olan papaz yarbay, bilgisi, şahsiyeti ve davranışlarıyla, dinin toplum üzerinde ne büyük bir nazım, ehil ellerde ne büyük ve müspet bir tesir imanı olduğunu gösteriyordu. Bundan iki ay sonraydı. Kore’deyiz. Kurban Bayramı geldi. İmam Osman Dölarslan:

- Namaz emrini hazırlayalım, dedi.

Amerikalı tümen kumandanına telefon ettim. Cephedeki tugayımızı 24 saat için derhal geri çekeceğini bildirdi. Uzun bir namaz emri yazdım: Baş açık olacak, botlar ayakta kalacak, seccade yerine yağmurluklar kullanılacak, silah ve başlıklar sağda bulunacak, saflar, aralıklar, mesafeler... Namazı kılacak olan 5.400 kişiydi.

Ertesi sabah, namazın kılınacağı geniş meydana gittim. Renk renk seccadeler serilmiş, nalınlar, ibrikler, başlarda ya mendil, ya da ters döndürülmüş şapka... Kısaca emir, yerine getirilmemişti.

MADANOĞLU ÖFKELİ, AMA İMAM VAZİYETİ KURTARIYOR

Hoparlörle verdiğim emrin aynen yapılmasını tekrarladım. Namaz ancak ondan sonra kılınacaktı. İbrikler, nalınlar harekete geçti, ama ağır aksak. İmam, “Namaz vakti geçiyor” diyor, ben gittikçe öfkeleniyorum. Mikrofonu hırsla elime aldım, gökyüzünü göstererek;

- İşte Allah, işte ben, dedim. Emrettiğim şekilde namazdan her ne günah tevehhüm ediyorsanız, hepsini üstüme alıyorum. Dediğimi yapacaksınız!..

Bunun üzerine imam, mikrofonu elimden adeta kaptı. Arapça bir şeyler söyledi, sonra, Türkçe’ye çevirdi:

- Muharebede kumandanın emri, Hazreti Peygamber’in emri demektir.

Dört dakika sonra, bir teftiş kıtası kadar muntazam saflar namaza durmuştu.

MADANOĞLU’NUN İBRETLİK İTİRAFI

Evet, benim omzumdaki yıldızlarla, emirle, kumandayla halledemediğimi iki küçük cümle, sadece dört dakikada, hem de en tesirli şekilde başarmıştı. Dinin, iman kuvvetinin iyi niyetle ve bilgiyle değerlendirildiği zaman ne büyük neticeler verdiğini ve vereceğini kim bilmez! Ama, hayli zaman var ki, bu kuvveti müspet yönde kullanma imkânlarından uzak kalmıştık. Başıboş kalan kuvvet boş durmamıştı. Bugün işte o büyük ihmalin cezasını çekiyoruz.”


Önceki ve Sonraki Yazılar
Fatih Uğurlu Arşivi