2 gün, 2 bildiri ve askeri harcamaların demokratik denetimi

2 gün, 2 bildiri ve askeri harcamaların demokratik denetimi

Bugün 28 Nisan. Bugünü anlamlı kılan, beş yıl önceki iki gün iki bildiri. Yani 27 Nisan'da gerçekleşen son askeri müdahale teşebbüsünü, demokrasi tarihimizde ilk defa siyasi irade tarafından püskürten bildirinin okunmuş olması.

27 Nisan'da geceyarısı internete konulan bildiri askerin o zamana kadar hem kendisinin alıştığı hem de topluma alıştırdığı vesayet istidadının bir rutininden ibaret görülmüştü. O kadar rutindi ki, o gece televizyon kanallarında çok azı müstesna bu bildirinin anormalliğini ifade eden olmadı. Genelilke bu bildiriyi hak eden siyasi iktidarın günahları bir bir sayılarak bildiri bir zorunluluk olarak, bir yüksek aklın ve iradenin haklı ve doğal refleksi olarak anlaşılıp anlatılmaya çalışıldı. Oysa onun normal olmadığını, hatta alabildiğine sapkınca bir şey olduğunu aynelyakin görmek için 28 Nisan saat 15 dolaylarında Cemil Çiçek'in hükümetin karşı bildirisini okuması yeterli gelmişti. O saatten itibaren Türkiye'de askeri vesayetin her düzeyde geriletildiği bir süreç başlamış oldu.

27 ve 28 Nisan bildirileri o açıdan Türkiye'nin demokrasi tarihinde müstesna yerleri olacak 'iki gün iki bildiri'yi ifade ediyor. Biri ne kadar eski, köhnemiş, muhaberat rejimlerine ait bir siyasi kaderciliğe özgü ise diğeri o kadar yeni, canlı, açık toplum zihniyetine ait ve siyasi iradeyi ihya eden bir anlayışa ait iki bildiri. Bir toplumun iki gün arayla ölüp dirildiği iki gün yaşadı beş yıl önce Türkiye. O açıdan toplumsal psikolojinin iki gün gibi, hatta aslında 15 saat gibi kısa bir zaman dilimi içinde nasıl bir iklimden başka bir iklime hızla geçiş yapabildiğini bütün canlılığıyla yaşadı. Devran denilen şeyin insan zihnini, mantığını, aklını, ruh halini ve kişiliğini nasıl bir anda etkileyebildiğini kısa bir züre içinde gördü.

O yüzden bu iki günü öyle geçmemek, geçiştirmemek gerek. O günden beri başlatılmış olan askeri vesayetin geriletilmesi sürecini bu vesileyle takip etmek gerekiyor. Bu işi sadece belirli bir siyasi iktidarın inisiyatifine bırakmamak, bunu bir sistem haline getirmek gerekiyor.

Bugün çok uzak bir tarihte kalmış gibi görünen gece yarısı bildirisi askerin yetki ve sorumluluklarını bilmediği zamanlara ait çarpık durumun bir tezahürüydü. Askerî bürokratlara yetki ve sorumluluklarını açıkça gösterecek güçlü bir demokrasiyi kuramadığımız sürece bu sorunlarla tekrar karşılaşacak durumlara dönme yolları tamamen kapanmış olmayacaktır. Bu ayak bağlarından kurtulabilmenin tek yolu güçlü sivil demokratik bir devlet yönetiminin kurabilmesinden, bu yönetim altında askeri alanın bütün alanlar gibi hukuki ve sivil denetime tabi tutulmasından geçiyor.

Gerçi e- muhtıra ile diğer darbeler (12 Eylül, 28 Şubat, Balyoz) gibi henüz hukuksal açıdan hesaplaşmaya başlanmadı ama bu, 27 Nisan'ın vicdanlarda mahkûm edilmediği anlamına gelmiyor. Ülkemizin bazı entelektüelleri ve kurumları demokrasiye kastetmiş bu gibi kalkışmalarla hesaplaşmasını sürdürüyor. Bu kurumlardan biri olarak Stratejik Düşünce Enstitüsü (SDE) 27 Nisan'a denk düşen bir tarihte asker ve sivil ilişkilerinin belki de en önemli veçhelerinden biri olan savunma harcamalarını tartışma konusu haline getirdi.

SDE'nin 27 Nisan muhtırasının beşinci yılında düzenlediği bu faaliyette, Enstitü uzmanlarından Doç. Dr. Hamit Emrah Beriş'in hazırladığı 'Dünyada ve Türkiye'de Savunma Harcamalarının Demokratik Denetimi' Raporu bir panel ile kamuoyu ile paylaşıldı. Gazi Üniversitesi Siyaset Bilimi Doçenti Beriş'in hazırladığı bu analizin değerlendirmesi ise gazetemiz yazarlarından Ali Bayramoğlu, Taraf Gazetesi yazarlarından Lale Kemal ve Prof. Dr. İhsan Dağı tarafından gerçekleştirildi.

Dünyada savunma harcamalarının ekonomik büyüklüğü, demokratik ülkelerdeki sivil denetimin şekli ve bu uygulamaların Türkiye'de karşılığı ile ilgili bilgi veren Beriş'in Türkiye'deki sivil denetim konusunda çarpıcı bir tespiti var: 'Tüm bakanlıkların bütçeleri yüzlerce sayfalık kitapçıklarla izah edilip, paylaşılırken, Savunma Bakanlığı bütçesi birkaç sayfalık bilgi notundan öteye geçmez. Bu bilgi notunda da içerikle ilgili ayrıntılı bilgi yerine, sadece personel giderleri, genel giderler gibi kalemleri görmek mümkün olabilir.'

Ali Bayramoğlu ise tam bu noktada sivil alanla askeri alan arasındaki 'asimetrik bilgi' kavramına dikkat çekti ve Türkiye'de askeri konularla ilgili bilgilerin hala devlet ve askeriye içinde tutulduğunu ve kamuoyu ile paylaşılmadığını, sivil demokratik denetimin önündeki temel engellerden birinin tam da bu durumdan kaynaklandığını ifade etti. Bu da tabii ki askeri vesayeti Türkiye halkına ve yönetim zihniyetine bir norm gibi nakşeden önemli bir sorun oluşturuyor.

Askeri cunta ve askeri idare altında yaşamış ülkelerin neredeyse tamamında sivil demokrasiye geçişlerde üç evre yaşandı.

İlki, askerin tamamen siyasi alanın dışına taşınmasıdır. Türkiye bu konuda yol alan bir ülke, 27 Nisan'ı bu açıdan askerin harakirisi olarak okumak da mümkün. Asker elindeki kozları oynadı ve bu kez ciddi bir sivil demokratik reaksiyonla karşılaştı. O günden beri askerin siyasetten hayırlı tasfiyesi devam ediyor.

Sivilleşme konusundaki ikici adım ise asimetrik bilgiden kurtularak, askerlerin siviller tarafından denetlenebilmesi. Bu konuda daha çok adım atmamız gerekiyor. Dr. Beriş'in Analizi bize alınacak çok fazla yol olduğunu ve Türkiye'nin demokratik ülkelerle karşılaştırıldığında çok geride olduğunu göstermekte.

Sivilleşme konusundaki üçüncü adım ise sadece askeri harcamalar ile ilgili değil, tüm askeri konularda askerlerin değil sorumluluk sahibi siyasi otoritenin karar aldığı ve yönettiği bir yapının kurulmasıdır. Tarihi deneyim hem İspanya'nın hem Arjantin'in demokratikleşmesinde bize aynı yolu gösterdi. Türkiye'nin de bu istikametten başka gidecek yolu, yeni 28 Şubatlar, yeni gece yarısı muhtıraları görmek istemiyorsak bu yolu kat etmeli, svil demokrasiyi inşa etmeliyiz. Türkiye sivil toplumu, entelektüelleri ve siyaseti ile bunu başarabilir. Türkiye toplumu böyle bir ülkeyi hak ediyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi