Vakit-saat geldi: Clinton Türkiyede
Siyah Afrikanın derinliklerinde vakit geçiren ABD Dışişleri Bakanı Clinton nihayet Türkiyeye teşrif ediyor. Demek ki artık vakit, saat gelmiş demektir. Suriyede uzun süredir devam eden kanlı mücadelenin ucu-sonu gözükmeye mi başladı ne?
Dolayısıyla bu ziyarete gereken önem verilmeli, uzun zamandır minder dışında güreşen müttefikimizin niyeti iyi okumalıdır. Çünkü sekerâta giren Suriyenin tapusu üzerinde konuşmanın tam vaktidir. İşte öyle olduğu için de, çok hisseli Suriye tapusu üzerinde hak iddia eden mirasçılar bir bir meydana çıkıyorlar demektir.
Nitekim daha birkaç gün önce New York Timese yazdırılan bir yazıda, Clintonun Türkiyeye geliş sebebi aynen böyle izah ediliyor: Yeni Suriyenin şekil ve yönünün Ankarada çizileceği!.. Haber aynen şöyle: Irakta Saddamın düşüşünün ardından yaşanan kaos ve yağmalama olaylarının Suriyede, Esad sonrası dönemde de yaşanmaması için yapılmaması gerekenler görüşülecek. Müttefikler yeni Suriyenin şeklini masaya yatıracak. Belediye yönetiminden ekonomiye kadar her alanda yeni Suriyenin yönünü belirlemiş olacaklar.
Tabii bu görüşmelerde Suriyenin güvenlik yapısı, siyasi geçişin nasıl sağlanacağı, bilhassa da Şam yönetiminin elinde bulunduğu varsayılan kimyasal silâhların kontrolü gibi hususlar da geniş bir yer tutacak.
Fakat bu müzakerelerde mutabakata varabilmek için ilk şart, müstakbel Suriye yönetiminin meçhul temsilcilerinin şimdiden bilinmesi gerekmeyecek midir? Yani Suriye konusundaki mutabakatların, yeni yönetimin temsilcilerince de bilinmesi, tanınması ve üstlenilmesi lâzım gelmeyecek midir? Dolayısıyla ABDli muhatapla yapılacak müzakerelerin en kritik noktasının burda düğümlendiğini söyleyebiliriz.
Biliyorsunuz Türkiye bu noktada muhaliflere katılan general Tlası önermiş, fakat fazla bir yankısı da olmamıştı. Dolayısıyla yeni yönetimin, hiç olmazsa geçiş dönemi boyunca sorumluluğunu üstlenecek temsilcinin kimliği hususunda büyük bir boşluk söz konusudur.
Bu arada önce Ürdüne geçen, oradan da Katara uzanan son Suriye Başbakanına bu bakımdan dikkat etmek gerekebilir. Dolayısıyla buraya bir mim koymak ve ilgili Başbakanın neden Türkiyeye değil de, Katara geçtiğini de sorgulamak gerekir. Ayrıca da bu gidişin kendi düşüncesi olmaktan ziyade, uzaktan kumandalı bir ABD yönlendirmesi olabileceğini de hesap etmek şarttır.
New York Timesin haberinde yer alan bir atıf var ki daha ziyadesiyle önemli gözüktü. O da yeni Suriyede mahalli idarelere belediye yönetimlerine nasıl bir şekil verileceği ile ilgili. Burda yatan incelik şu ki, yeni Suriye şekillenirken federalizmden, konfederasyondan söz edilmemesi!.. İlgili haber malûm gazetenin kendi ürettiği bir bilgi olmayıp, doğrudan yönetim tarafından servis edildiği açık olduğuna göre, bunu nasıl izah etmek gerekir?
Bize göre burada iki ihtimal söz konusu. Birincisi, müzakerelerin başlayacağı bir sırada, Türkiyenin ürkütülmemesi gibi bir arayış. İkincisi de Türkiye ile ABD arasında, daha öncelerden varılmış bir mutabakat belki de. Hangisi olursa olsun, Türkiye bu noktada sağlam durursa, Suriyenin geleceği noktasında büyük bir başarı kaydetmiş olur.
Fakat sözü edilen mahalli idare yapılanması, bizim Türkiye örneğinden tanıdığımız belediye yönetimlerinden gene de farklı olmalıdır. Eğitimden sağlığa, her türlü kültürel merkezlerden bayındırlığa kadar uzanan alanlardan belediyelerin sorumlu olduğu bir yapı düşünün!.. Bir de bu yetkilerin şehirlerle sınırlı olmayıp, il hudutlarının bütününü şâmil bir genişliğe erdirildiğini hesap edin!..
Yani Kürtler, Nusayriler, Hıristiyanlar ve Türkmenler, ayrıca da asıl Suriye nüfusunu teşkil eden Sünni Araplar!.. Kendi bölgelerinde kendileri söz sahibi!.. Fakat bu yapılanmanın gene de federal bir nitelik arz etmediğini kaydetmek gerekir. Bu arada önümüzdeki aylarda Türkiyenin, böyle bir yapılanmaya doğru önemli adımlar atmaya hazırlandığını da haber verelim.
Eğer Suriyede devrim/darbe sonrasında bu tür bir yumuşak geçiş yaşanacak olursa buna şaşmamak icab eder. Ancak siyasal/toplumsal zıtlaşmaların evdeki hesaba uymayabileceğini de hesap etmek lâzımdır. Meselâ ilk elde Nusayrilerin ve Kürtlerin bu tür haklarla iktifa etmediğini ya da ağırlıklı Sünni Arap nüfusun bunları fazla bulduğunu düşünün!.. Ya da meselâ ABD, İsrail veya Fransanın ilgili grupları tahrik ederek iyice gerdiğini var sayın!.. Ne olur o zaman?
Meselâ o gruplar diyebilir ki, biz bu tür haklarla iktifa etmiyoruz. Bunlara ilâve olarak Lübnanda olduğu gibi Meclis başkanı şu gruptan, Genelkurmay Başkanı bu gruptan, ayrıca da kabinede şöyle şöyle kontenjan hakları vs. Bütün bunların yeni anayasada da güvence altına alınması!..
Neden bu ihtimallerin üzerinde durduğumu, belki lüzumsuz bulabilirsiniz. Fakat yarın bunların, bu tür tekliflerin yerden mantar biter gibi bittiğine şahit olursanız, sakın şaşırmayın diye yazıyorum. Bir de Clintonla yapılacak müzakerelerde bunların yavaş yavaş uç vermeye başlayacağı için!..
İşte Türkiyenin yeni Suriye sınavı asıl şimdi başlıyor demektir. Türkiye bu işi şimdiye kadar, neredeyse tek başına omuzladı ve bu noktaya getirdi. Tilkiyi yüzdü, burnuna kadar vardırdı işi. Onun için sahada kazandığı başarıyı, müzakere masalarında çarçur etmemesi gerekecektir. Daha doğrusu da kartlarını bütünüyle açmayarak, kontrollü bir müzakere takvimini esas alması lâzım gelecektir.
İkinci Dünya Savaşından bu yana Türkiye, üç önemli dış politika atraksiyonu gerçekleştirdi. Birincisi Kıbrıs, ikincisi Kuzey-Irak (sonucu şimdilik meçhul), üçüncüsü de mevcut Suriye denemesi!.. Haydi bakalım Allah kolaylık versin!..
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.