Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

Malazgirt, Çanakkale, Sakarya

Malazgirt, Çanakkale, Sakarya

Ağustos sonları Malazgirt destanının yazıldığı günlerdir. Bugünlerde Anadolu’nun yüreğine yürüdük ve kök saldık.


Beylik övünmeleri bir yana bırakarak Malazgirt Zaferi’ni okumaya çalışalım...


Malazgirt’te Sultan Alpaslan’ın üzerine yürüyen Bizans ordusunda (ki başlangıçta gayrimüslim Uz ve Peçenek Türkleri de vardı) bulunanların ortak adı “düşman”dı; Selçuklu Ordusu’nun içinde yer alan Türk, Kürt, Laz, Çerkez, Abhaza, Arap, Arnavut, vs. gibi etnik unsurların ortak adı ise “kardeş”ti...


Kosova’da, Niğbolu’da, Varna’da, Preveze’de olanlar da bundan hiç farklı değildi aslında: “Kardeş”ler, yine ortak “düşman”la savaşıyor, savaş sonrasında ise ortak zaferin tadını çıkarıyorlardı...


Zafer çizgisi günün birinde Çanakkale’ye dayandı: Çanakkale sırtlarında yine Türkler, Kürtler, Lazlar, Çerkezler, Abhazalar, Araplar, Arnavutlar; kısacası, bin yıllık tarih yolunu yalnız el ele değil, aynı zamanda yürek yüreğe yürümüş “kardeş”ler vardı... “Düşman” ise bu kez İngiliz/Fransız suretinde gelmişti.


Dünyanın en etkili toplarıyla donatılmış dünyanın en güçlü zırhlıları, Çanakkale sırtlarına siperlenmiş “kardeş”lerin imanını delmek için üzerlerine ateş yağdırırken, Çanakkale’yi savunanların etnik kimliklerini merak etmiyordu. Ayrıca hiç kimse kendi etnik kökeninin derdinde, davasında değildi...


Bu savaş, “Çanakkale’yi geçmeye geldik” diyenlerle “Çanakkale’yi geçirtmeyeceğiz” diyenlerin savaşıydı.


Bugün için Çanakkale yalnızca tarihimizin bir parçası değil, bu coğrafya’da binlerce yıl birlikte yaşama maharetini sergilemiş insanımızın ortak yaşama azmidir.


İnsanımız bu kararlılığını en son Sakarya’da kanıyla imzalamıştır. Tüm bu başarı ve zaferlerin özünde “iman kardeşliği” ile “Osmanlılık bilinci” yatmaktadır.


Bu derin idrakin mirasçıları olan bizler, yıllar sonra, kendimizi etnik kökenlerimize göre tasnif edip, şahsi tercihimizle edinmediğimiz bu farkı, ayrımcılığın temeline dönüştürmek gibi bir hataya sürüklendik.


Birlik öğelerini ıskalayıp yapay kavga ve kargaşa ortamları oluşturduk. Bir bakıma, Malazgirt, Çanakkale ve Sakarya’daki ortak iradeyi aşamayanların oyununa geldik. Bu kasnağın kırılması, bin yıllık birliğimizin odak noktasını tekrar hayata geçirmemizi zaruri kılıyor...


Bence insanımız, iç ve dış dünyaya tarihsel gerçeğini ortak üslup içinde artık haykırmalı, “Biz Osmanlıyız” diyerek, varlığını “eskimez yeni”de aramaya çıkmalıdır. Bu sadece bizim toplumsal zaruretimiz değil, aynı zamanda da bireysel mecburiyetimizdir.


Çünkü dillere destan yardımseverliğimizde, tarihî dayanışma ruhumuzda, mütevazı duruşumuzda, komşuluk anlayışımızda; kısacası bizi “örnek millet” yapan özelliklerimizde aşınmalar ve kopukluklar var.


Onları yeniden kazanabilmek için de “Biz Osmanlıyız” demeye muhtacız: Böylece belki kadim yürek ritmimizi yeniden yakalar, o ritimde birbirimizle bütünlenerek güçleniriz.


Bir şey daha: Osmanlıların çekildiği topraklar bugün yalnızca hüzün üretmiyor, aynı zamanda kan ve gözyaşı üretiyor...


Filistin’le Afganistan kısmi bir işgalin, Irak acımasız bir istilânın, Suriye kanlı bir hesaplaşmanın kıskacında kıvranıyor. Balkanlar ise ateş çemberinde yaşamaya çalışıyor...


Cezire-i Arap, Birinci Dünya Savaşı sonrasında İngiliz hâkimiyetinin kendi çıkarı istikametinde oluşturduğu yapay sınırların gerisinde huzursuz, yapay “bahar”lar hızla kışa dönüşüyor...


Vaktiyle her anlamda hayata önderlik eden İslâm Dünyası, Osmanlı’nın hayattan çekildiği tarihten beri insanlık âlemine hiçbir katkı yapmadan, kendi varlığını dahi devam ettirmekte zorlanarak yalpalıyor.


Yani şartlar ve her şey, Osmanlılığı hasrete dönüştürdü.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi