Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

Babam ve ben

Babam ve ben

Askerlikten hemen sonra köyde bir ev yaptık babamla. Eski evimiz ahşap bir konaktı. Müthiş güzel işle­meleri vardı. Nasıl kıydık bilemiyorum. Ama bozup beton bir ev yaptık. Kuruluşu sırasında babam yö­nünü kıbleye çevirmeye çalışıyor, ben ise ev küçüleceği için itiraz ediyordum.


Rahmetli, “İlle de yönü kıbleye bakmalı” diye tutturmuştu.

“Neden?” dedim, “ev namaz mı kılacak. Yönümüzü biz kıbleye döneriz.”

Derin derin baktı ve dedi ki: “Genç adam, şunu bil: Evi kıbleye dönük olmayanın yönü kolay kolay kıbleye dönmez!”

Sonradan Osmanlı mahallelerini incelediğimde evlerinin cephesinin kıbleye dö­nük olduğunu fark ederek babamdan özür diledim.

Bin bir güçlükle çay fabrikasına girdim. Eksperlik filan yaptım. Dağ köylerine yürü­yerek gidip gelmekten anam ağladı.

Bir şey fark ettim: Ne kadar iyi olursanız olunuz, hatta isterseniz ağzınızla kuş tutunuz, devlet işinde ar­kanız sağlam değilse hak ettiğiniz yerlere gelemiyorsunuz.

Bu arada yazıp çiziyor, Yeni Asya Gazetesi’ne haber, röportaj filan gönderiyordum. Gözüm hâlâ yazar­lıktaydı ve adımlarımı buna göre atıyordum.

İkinci yılın ortalarında çay üretimi ve işletmesiyle ilgili olarak yazdığım bir dizi yazı fabrika müdürü­nün dikkatini çekti. Beni çağırdı. Bunun uygun olmadığını söyledi. Çünkü işletmeyi eleştiriyordum.

“Çalıştığın yeri nasıl eleştirirsin?”

“Çalıştığım yerde yanlışlar var ve ben bunları görüyorsam saklamam ihanet olur” dedim.

Kızdı: “Şimdi işine son veririm, özlük haklarını da yakarım!”

O an İspanya kıyılarına çıkan Tarık bin Ziyad’ın gemileri yakması düştü aklıma, gülümsedim...

Ürkmemi, korkmamı beklerken gülümsediğimi gören Müdür şaşırdı. Oysa gemileri yakmayı göze alan biri için, korku ve endişe yoktur.

Ve ben oracıkta, tıpkı Tarık bin Ziyad gibi gemileri yakmaya, böylece geri dönüş yolunu kapatmaya ka­rar vermiştim.

Son derece rahat bir tavırla nasıl istiyorsa öyle yapmasını söyledim. Beter şaşırdı. Millet fabrikaya gir­mek için dokuz takla atıyordu.

Öğüt filan vermeye kalktı, dinlemedim.

“Ben yazar olacağım dedim, istediğim bu. Fabrikada eskimek istemiyorum.”

“Sen hayatı tanımıyorsun” dedi, “tanısaydın böyle konuşmazdın. Babanın gölgesinde keyif sürüyor­sun.”

“İşte” dedim, “ben de tam bundan kurtulmak istiyorum. Artık kendi gölgemle yaşayacağım.”

Kararlılığımı görünce yumuşadı.

Beni üç ay ücretsiz izinli sayacağını, şayet başaramazsam da dönersem kapıları açık bulacağımı söyle­di.

Teşekkür ettim. Ama tamamen ilişkimi kesmek istiyordum. Hiç bir güvencem kalmamalıydı.

Müdür Bey’in odasından çıkarken, içimde çığlıklar patlıyordu: “Yaşasın Tarık bin Ziyad!”

Tam da o sırada Yeni Asya Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Mustafa Polat bir trafik kazasında vefat et­ti. Gazete onun yerini dolduracak isimler aramaya başladı. Biri de benmişim. Bizim köye kadar geldiler ve konuyu benimle konuştular.

Babamın razı olması şarttı. Ona rağmen bir şey yapmak istemiyordum. İsteyip istemediğimi sorunca, çok istediğimi söyledim.

“Git birkaç ay dene bakalım” dedi, “olmazsa dönersin.”

Ne dönmesi? Ben gemileri çoktan yakmıştım.

Ver elini İstanbul... Ver elini kurtlar sofrası!

Çok şükür, bembeyaz saçlıyım, ama hâlâ masamın başındayım.

Genç dostlar! Yeri geldiğinde gemileri yakın ve hayatınızda yeni başlangıçlar yapın diye anlattım.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi