Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

Büyük Ankara Savaşları

Büyük Ankara Savaşları

- İnönü-Menderes... - İnönü-Demirel... - İnönü-Ecevit...
- Ecevit-Demirel... - Ecevit-Feyzioğlu... - Demirel-Bozbeyli... - Ecevit-Baykal...
- Demirel-özal... - Yılmaz-Erbakan... - çiller-Yılmaz... - Yılmaz-Akbulut... - özal-Yılmaz... - Erbakan-Erdoğan... - Erdoğan-Baykal... - Baykal-Sezer... Sezer-Bayan Ecevit vesaire...
Ankara savaşları hiç bitmez! Siyasete kilitlenmiş olanlar da eminim benden bu savaşları yazmamı beklerler. Oysa onlarca gazetenin yüzlerce köşe yazarı, genel olarak bu konuları irdeleyip yazıyor... Yani okuyucu, günceli her türlü alternatifiyle okuyabilme şansına sahiptir. Oysa tarih konusunda fazla alternatif yoktur; halbuki zaman içinde karşı karşıya gelinen olaylar, tarihsel olguların güncel yansımalarından ibarettir.
Olaylar karşısında düştüğümüz şaşkınlık ve çaresizliğimiz ise, tarihi gerektiği kadar bilememekten, ya da güne taşıyamamaktan dolayıdır.
Bu bakış açısıyla Cevdet Paşa, tarihi, pusulaya benzetir; tarih bilmeyen devlet adamının, pusula okuyamayan bir kaptan kadar tehlikeli olduğunu söyler: “İkisinde de karaya oturmak tehlikesi vardır” der. J.J.Rausseau, tarihi, “Okuyana kendi gözünün görme derecesine göre yol gösteren bir kılavuz” şeklinde özetlerken, Voltaire, “Tarih, kralların, generallerin çiftliği değil, milletlerin tarlasıdır; her millet geçmişte bu tarlaya ne ekmişse, gelecekte onu biçer” demek suretiyle, tarihin günceli belirlemedeki rolüne vurgu yapar.
İşte bu yüzden zaman zaman güncelin dışına çıkıp (ama aslında tarih, güncel kavramının en içindedir) tarihi konularda da yazmaya, kısaca söylemek gerekirse, hayata bir tarih penceresi açmaya, okurlarıma tarih perspektifi sunmaya çalışıyorum...
Güncel gelişmeleri tarihsel kökleriyle birlikte değerlendirme alışkanlığı kazanabilirsek, günceli kavramakta bu kadar zorlanmayacağımıza ve “Ergenekon”lar karşısında bu denli apışıp kalmayacağımıza inanıyorum. çünkü tarih bilgisi daha dinamik ve detaylı düşünmemizi sağlar.
Şimdi bir an için bugünün “Ankara Savaşları”ndan sıyrılıp, 1402’nin 20 Temmuzunda (606’ncı yıldönümü) cereyan eden ve Osmanlı Devleti’nin parçalanıp dağılmasıyla sonuçlanan gerçek Ankara Savaşı’na bakalım...
Savaş, Timur’un işgal ettiği bölgelerden kaçan iki sultanın (Celayir sultanı Ahmed ile Karakoyunlu Kara Yusuf) Yıldırım Bayezid’e sığınmasıyla başlıyor... Timur emreder tonda yazdığı bir mektupla Yıldırım Bayezid’e sığınan sultanları isteyince, Yıldırım daha sert bir şekilde mukabelede bulunmuş, birkaç mektup teatisinden (karşılıklı mektuplaşmadan) sonra da büyük bir savaş başlamıştır.
Anlayacağınız, sebep bu kadar “basit gibi” gözüküyor...
Savaşın özündeki büyük ihtirası (İlhanlı varisi olduğunu iddia eden Timur’un Anadolu’ya hakim olma ihtirası) ile iki cihangirin (ikisi de Müslüman ve Türk olan Yıldırım Bayezid’le Timur’un) “hakimiyet kavgası”nı (bugün bu kavga, “ülkeyi seçilmişler mi yönetecek atanmışlar mı” şekline dönüşmüştür) göremezseniz, sonuçları itibariyle tüm dünyayı etkileyen meşhur Ankara Savaşı’nın “incir çekirdeğini doldurmayacak sebepler yüzünden” çıktığını zannedersiniz.
Düşünün ki, bu savaşta Osmanlı Ordusu üç-beşyüz kişi kalıncaya kadar erimiştir...
Osmanlı şehzadelerinden Süleyman çelebi ve Mehmed çelebi ile Osmanlı Sadrazamı çandarlı Ali Paşa son anda savaş meydanını terk edip canlarını kurtarabilmişler, Şehzade Mustafa çelebi ise Timur’a esir olmuştur. Daha önemlisi, Osmanlı Padişahı’nın tarih boyunca ilk kez esir düşmesidir. Osmanlı Devleti ise paramparça olmuş, tarihin fetret denizine düşmüştür...
1402 ile 1413 yılları arasında kesintisiz tam 11 sene süren “Fetret Devri”, kardeşin kardeşi vurduğu vahim bir anarşi devridir.
Timur, Dünya Savaşı sonrasında tıpkı İngilizlerin yaptığı gibi, Anadolu haritasını topuğuyla yere çizmiş, Anadolu beyliklerini hortlatmış, Bursa’yı ve Bursa’daki Osmanlı arşivini yakarak başkentine dönmüştür.
Bu savaştan çıkarılması gereken ilk ders bellidir: Yönetici duygularına kapılmamalı, gurura asla düşmemeli, her şart altında diplomasinin inceliklerine uygun davranmalıdır.
Ama asıl ders, 1402’de yerle bir olup 1413’e kadar sallantıda kalmış bir devletin (Osmanlı Devleti) o tarihten yalnızca 40 sene sonra İstanbul’u fethedecek kadar toparlanmış olmasıdır.
Bu büyük hızın ve başarının kaynaklarına bugün o günden daha fazla ihtiyacımız var.


Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi