Nusret Çiçek

Nusret Çiçek

28 Şubat Ağlama Duvarı

28 Şubat Ağlama Duvarı

Artık bahanelerin arkasına sığınmayı, veya geçmişi trajedi halinde sürekli gündemleştirerek psikolojik rahatlamayı bırakmalıyız.
Hem zaman bizden “yakınmayı” değil, Müslüman gibi yaşamanın gereği olan ne varsa onun yapılmasını, hatta zahmetse zahmete, rahmetse rahmete katlanmamızı istiyor.
Geçmişte herkesin bir 28 Şubat’ı vardır elbette.
Mesela sen ötekileşmekten hırpalandınsa, ben de maalesef solu geçtim, Şevket Kazan’ın bakan olduğu döneme gelince Adalet Bakanlığı Personel Genel Müdür Yardımcılığı’ndan, akabinde Oltan Sungurlu’nun 28 Şubat’a doğru operasyonu ile Ankara Başsavcı Vekilliği’nden apar topar alınarak hırpalandım.
Yargıtay üyesi olmayım diye o günler benim önüm kesildi, bir başkasının ise örtüsü yüzünden istikbali karartıldı, diğeri de yol açılmasın diye milletvekilliği elinden alınarak bodoslamadan vatandaşlıktan ihraç edildi.
Kimi oradan kimi buradan olsa da hedefler hep aynı değil mi?
Hak bir tarafa, batıl bir tarafa.
Ne var ki, imtihan denilen tüm bu olaylar karşısında bizim tavrımız önemli.
Merve Kavakçı’nın yazdıklarını dikkatle okuyorum.
Okumaktan da öte o geçmiş dönemi hep birlikte yaşadık.
Kavakçı’nın yalnızlığını gördük, kaçanların, uçanların bugünlerde köşe başlarında olduğunu da görüyoruz.  Hiç değişmeyen köşe yastıkları. Yastıkların kafa yapısına uygun bir halde  gündem yol alırken kalkıp da  28 Şubat’ın tanklarını konu etmek neye yarar?
Hadi o günler öyle idi, ya bu günler...
Hangi televizyonun ekranı düzeldi?
Hangi diziler her akşam Müslüman’ın ahlakını karartmıyor?
Kötülenmedik, sövüp sayılmadık tarih mi kaldı elimizde?
İşte meydan, işte Avrupai hürriyet!
Sen bana karışma ben de senin çirkefliğine hoşgörü ile yaklaşayım anlayışı nerdeyse başımızın tacı. Sevgililer gününü kutluyoruz, veya Muhteşem Süleyman filmine övgüler. Emr-i bil maruf nehy-i ani’l- münker yok oldu.
Ilımlaşmanın odağındaki hoşgörü zırvalaması bu diyarın ufkunu çizerken bizi de alıp bir yerlere götürdüğünün farkında mıyız? Sözümüz nereye kadar, gücümüz nereye kadar?
Bu arenada artık sana da, arsıza da, hayasıza da yasak yok.
O zaman ister istemez nefsimize şu soruyu sormak gerekiyor.
Eskiden 28 Şubatlar bahanesi vardı, şimdi ise o bahaneler yok oldu ama bize neler oluyor? Tabiri caizse, kabak çiçeği gibi açıldık.
Yokluk bir nimetmiş meğerse, varlık, taklidi olan tüm değerlerimizi aldı götürdü.
Para putu birçok kıbleleri yıktı.
Fikri ayrı zikri ayrı bir acayipleşme…
Geçmişte hayır hasenat dediğimiz eğitim çalışmaları bugünlerde fukaranın cebini yaktığından yaklaşılması çok zor. Eğitim artık zenginin işi, fakirin rüyası.
Adını hizmet koyduğumuz özel hastaneler öylesine, hep maddiyat, hep çıkarcılık.
O bakımdan, kimin tuzu kuru kimin yaş belli değilken, kalkıp da başkalarını suçlayıp yan gelip yatma edebiyatına İslam asla cevaz vermez.
Ne olduğuna değil, ne yaptığımıza bakmalıyız.
Gerçekten inandığımız dava adına ne yapıyoruz?
Sonuçta günah ve sevaplar amellerimizle kaim olacağından, yaranma adına donsuzlara, yok sanatçılara yaptığımız yarenliklerin hesabı diyar-i kabirde bir başka 28 Şubat günü olarak karşımıza dikilecek. Denmeyecek mi ey insan, ver hesabını bakalım?
 Zaman bu, ayağımızın altından su gibi akıp gidiyor…
Hadi birbirimize çalım attık diyelim, asıl sorumlu olduğumuz yere halimizi nasıl anlatacağız? Yoksa yine ağlama duvarına mı sığınacağız?
Nasıl yapacağız?
Bilmem ki bahanesine sığındığımız duvarlar tutar mı, yoksa üzerimize mi yıkılır…
 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
3 Yorum
Nusret Çiçek Arşivi