Yaşar Değirmenci

Yaşar Değirmenci

Türk siyasetinde bir Dâvâ adamı: Muhsin Yazıcıoğlu (1)

Türk siyasetinde bir Dâvâ adamı: Muhsin Yazıcıoğlu (1)

Bir yiğit adamın vefatı münasebetiyle

Türk siyasi hayatında, idealistliği ve ahlakı önceleyen bir Dâvâ adamı olan Muhsin Yazıcıoğlu’nun vefatının 4. Senesinde bıraktığı boşluk her geçen gün artıyor. Açılan yara kapanmıyor, bırakılan iz silinmiyor, hasret ateşi dinmiyor, sabır taşı çatlıyor.
Vefatıyla ilgili yapılan tartışmalar ne zaman gündeme gelse, hatıralarım canlanır gözümde. Zaman zaman görüşürdük. 1990’da Ankara’ya ziyaretine gitmiştim.

Bir sosyal vakıf kurmuştu. ‘Bu vakıf enflasyonunda ihtiyaç var mıydı?’ diye sorduğumda “hapisteki arkadaşlara, dışarıda kalıp mağdur olanlara yardım ediyoruz” demişti. Yine 90’lı yıllarda biz Üstad Sezai KARAKOÇ’un Şehremini’nde tuttuğu “Diriliş Partisi” binasında toplanıp Sezai Bey’i dinleyip istifade ediyorduk. Sezai Bey’i ziyarete gelmişti. Parti kuracağından bahsetmiş, Üstad: “İşte hazır parti! Gelin burada hizmet edin” teklifine, biraz hırpalar konuşmalarına rağmen saygısından, sevgisinden, nezaketinden fikir beyan etmemiş, söylenenlere katılmasa da Sezai Bey’i sabır ve dikkatle dinlemişti. Ocağında yetiştiği partisinin İslam’dan uzaklaşan bir mecraya gittiğini, İslami hassasiyetlerinin kalmadığını görünce de her türlü (o günün şartlarında) riski, icbarı, dışlanmayı vs.’yi göze alarak ayrılmıştı. “Kalsaydın MHP’nin başında olurdun” temennimize “bize ve bizim düşüncemize artık bu partide yer yok” diyordu. (Son dönemde yaşananlar onu haklı çıkardı.) 12 Eylül sürecinde ciddî bir muhasebe yapıp, “fikrî sorgulama” yaşamasından sonra milliyetçi kesimlerin İslâmileşme yoluna girmesinde belirleyici ve etkileyici bir rol oynamıştı.

Klasik sağcı ve ırkçı reflekslerle arasına mesafe koyma, dinamik gençliğini, şiddetten ısrarla ve ustaca uzak tutmasını bilmişti. 1970’lerdeki kaos ortamında, çatışmaların ve katliamların orta yerinde, kan gövdeyi götürürken bile düşman bildiklerinin kapısını çalıp ‘bir anlaşma zemini bulalım’ diyen; Mamak tecrübesinden sonra ise her türlü toplumsal çatışma temayülüne ‘kategorik olarak’ cephe alan ve emrindeki ülkücü gençliği, Türk’üyle-Kürt’üyle, Sünni’siyle-Alevi’siyle bütün topluma “Gelin canlar bir olalım” diye seslenen bir liderdi. Milliyetçi hareketin gençlik tabanında şahsiyeti, cesareti, dürüstlüğü, yiğitliği, samimiyet ve mütevazılığı ile sembol haline gelmişti. Mecliste son verdiği soru önergesi de çok dikkat çekiciydi. “Gazze’ye bomba yağdıran İsrailli pilotlar eğitimlerini Türkiye’de yapmakta mıdır? Eğer eğitimlerini Türkiye’de yapıyorlar ise anlaşma gereği Türkiye semalarında eğitilen ve idman yapan İsrail savaş pilotları bizim kardeşlerimizden başka kimi bombalayabilir? Gazze halkının ‘en iyi şekilde bombalanmasına’ hizmet etmek değilse nedir, İsrail’le savunma ittifakı? İsrail’e verilen askeri ihaleler bu vahşetin finansmanını sağlamaktadır. “Ülkenin menfaatleri öyle gerektiriyor” diye Filistinli çocukların katledilmesine katkıda bulunmaya devam edilecek mi?

Türkiye İsrail arasındaki savunma ittifakının içeriği nedir? ‘Savunma ittifakı’ ifadesi ortak düşman varlığı ön kabulü ile zikredilebilir. O halde bu ortak düşman kimdir, kimlerdir? Filistin halkı mı, Suriye mi, İran mı? Yoksa bütün İslam âlemi mi? Akdeniz’deki mutat Türkiye-İsrail-ABD ortak askeri tatbikatlarına son vermeyi düşünüyor musunuz?” Bu teklifleri bakalım kim takip edecek?
İstişareye önem verdi, ifrat ve tefride düşmeyerek itidalden yana oldu. Hele son mitinginde Muhsin Başkan, iktidar ve muhalefet liderlerine seslenmiş ve “Birbirinizin yüzüne bakamayacak şeyler söylemeyin. Hiç mi bir araya gelmeyeceksiniz, hiç mi yüz yüze bakmayacaksınız, niye birbirinize hakaret ediyorsunuz” sözleriyle hakaretsiz, temiz siyaset mesajı veriyordu. “Muhalefette de olsak, bazı partileri beğenmesek de iyi-güzel iş yapanları takdir etmeliyiz, tebrik etmeliyiz” sözleri siyasilere verilen bir başka mesajıydı. 7,5 yıl hapis hayatı yaşadı, çeşitli işkenceler altında.

Bütün itham ve suçlamalardan beraat etti. Peki boşu boşuna yattığı yılların hesabını kim verecek? Buna rağmen devlete küsmedi. “Bu parti de mi devletçi”  endişelerine “devlet” değil “insana hizmet” yattığını konuşmuştuk. Devlet, geçmişte kendisini kucaklamak için açılan kolları şefkatli elleriyle okşarken tuz-buz etmiştir. “Alp” olmanın da “eren” olmanın da temelinde “devlet” değil “insan”, “insana hizmet”in yattığını her zeminde haykırıyordu. Devlete yüklenmiş her tür, kutsallığın; insanı “devlet” karşısında zayıflaştırdığını ve “devleti” insan karşısında azmanlaştırıp devleştirdiğini söylüyordu. O günün şartlarında söylenmesi zor kavramlar olduğu halde âdeta zihinleri tamir ediyordu kırmadan, dökmeden, incitmeden… Kendini kutsal sanan her “devlet”in ilk ezdiği şeyin onu kutsallaştıran “insan” olduğunu söyleyerek gönüldaşlarının gönüllerini imar ediyordu. Son dönemde devletin emrinde çalışanların “ben devletim” demeye başladıklarını bunun önü alınmazsa her tip arzu ve isteklerini “devlet” adı altında kendilerinin yapar hale geleceklerini uzun uzun izah ediyordu.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum
Yaşar Değirmenci Arşivi