Yaşar Değirmenci

Yaşar Değirmenci

Türk siyasetinde bir Dâvâ adamı: Muhsin Yazıcıoğlu (2)

Türk siyasetinde bir Dâvâ adamı: Muhsin Yazıcıoğlu (2)

Bir yiğit adamın vefatı münasebetiyle

Vefalıydı. Abdullah ÇATLI’nın cenazesine (o günkü durumun nezaketinden) eski arkadaşları, siyasiler tanımamazlıktan gelip cenazeye katılmazken o cenazeye katılmış, “eski arkadaşımızdır. Ancak son 10 yıldır görüşmüyorum” demişti. O, “mağdur ve mazlum millet” gerçeğini görmüştü. Bundan sonra, bu mağduriyeti ve mazlumiyeti el ele, hep birlikte vahyin kılavuzluğunda imanla, ilimle, irfanla, liyakatle, gayretle, cesaretle, celadetle, izanla, ihlasla ve sabırla aşmak için hem arkadaşlarını, hem teşkilatını yeniden inşâ ediyordu.

“Yerli”likten yanaydı. 80 öncesi öğrenci hareketleriyle ilgili “Yahu bunlar komünizmi savunuyorlar. Ama kimisi Rusçu (Marksist, Leninist) kimi Çinci-Maocu, kimi Arnavutlukçu-Enver hocacı, kimi Küba’cı (Fidel Castro veya Che Guevera). Kardeşim derdiniz komünizm ise bari “Türk’e göre, ülkemizin şartlarına göre bir sistem geliştirin. Yerli olsun. Dış güçlerin güdümünde olmayan bir komünizme kafa yorun” diyerek devrimcilere bile kendi açılarından yol gösteriyordu.

Dava denildiğinde; “Üstat Necip Fazıl’ın dediği gibi, dava için kim var denildiğinde sağına soluna bakmadan ben varım diyebiliyorsanız benimle gelin” diyor ve ekliyordu: “Önemli olan, doğru yerde, doğru zamanda, doğru iş yapmaktır.”  
“Gönüllü Kuruluşlar”a (Vakıf, dernek, cemiyet, cemaat vs.) hangi meslek, mezheb, mektep, meşrepten olursa olsun hepsine ayrı bir muhabbeti vardı. ‘Hizmetinizdeyim!’ diyordu.

Hapiste aynı koğuştaki mücadele ettiği sol eylemcilere, “Bir zamanlar okullara sığmadık, mahallelere sığmadık, şehirlere sığmadık. Türkiye’ye sığmadık. Ama arkasından iki buçuk metrekarelik hücrelere sığdık. Dışarıda birlikte yaşayamayanlar hücrelerde birlikte yaşamaya mecbur oldular. Dışarıda birlikte yaşamanın yolunu bulamayanlar hücrede birlikte yaşamanın kültürünü geliştirebildiler. Onun için yeni gençliğe benim tavsiyem nüansları derinleştirerek farklılığa dönüştürmek ve onları bir çatışma sebebi yapmak yerine nüanslarımızı zenginlik sayarak fikirlerimizi, yaşama tarzlarımızı birbirimize dayatmadan birlikte yaşamanın yolunu bulmaktır.

Vefatına yakın bir parti toplantısında sözü bir anda “ölüm”e getirmiş ve “Hiçbirimizin garantisi yok” demişti: “Yoldan geldik, yine yola gideceğiz. Ölümün nerede, nasıl geleceği, ne şekilde yakalayacağı belli değil. Bir saniyenize bile hâkim değilsiniz. Bir saniyenize bile hükmedemediğiniz bir hayat, bir dünya için bu kadar fırıldak olmanın bir anlamı yoktur. Biz yine dik duracağız.” Bu cümleler bir siyasi liderden değil, sanki bir “gönül eri”nden çıkmıştı.

“İla-yı Kelimetullah İçin Nizam-ı Alem Ülküsü”ne baş koymuş bir yiğitti. Azerbaycan’da, Doğu Türkistan’da, bütün Turan illerinde izi vardı. Bosna’da, Kosova’da, Makedonya’da, Kerkük’te, Halep’te… Böyle bir dava adamıydı. Sade, mütevazı hayatı içinde, idealistlikle-realistliği dengeleyen, siyaseti hizmet için yapma gayreti içinde olan, tek kişiyken milletin azizliğini mecliste gösteren, doğrunun, iyinin güzelin, mazlumun yanında; yanlışın, kötünün, çirkinin, zulmün karşısında şahsiyetli, kişilikli, dürüst, ilkeli olmayı hayat prensibi olarak yaşayan bir dava adamıydı. Toplumla barışıktı. Millilik tarafıyla dindardı, cesurdu. Duygu-düşünce-eylem birliği içindeydi. Muhsin Yazıcıoğlu bir dava adamıydı. Kısa süren ömründe; dinini, imanını, vatanını, milletini, bayrağını her şeyin önünde tuttu. Siyasi hayatı için “Sandığın sultanı olamadım ama gönüllerin sultanı oldum. İdealleri için siyaset yapan bir genel başkan olarak başarılıyım…” diyordu. Yiğit insandı vesselam.   

Kendisini çok sevip ayrı tuttuğu halde bu sevgi ve saygısını sandığa yansıtmayan millete küsmedi. İçinden çıktığı, kendisine üvey evlat muamelesi yapıp, tecrid eden eski dava arkadaşlarına küsmedi. Küstüğü tek şey nefsiydi. 80 öncesi mücadele içinde (sağ-sol, ülkücü-devrimci) uzlaşma gündeme geldiğinde “Muhsin Yazıcıoğlu’nun kefaleti olursa kabul ederiz” sözü her zaman geçerli olmuştur. Rakiplerini bile etkileyen sözlü kefaletini senet sayan bir “ahlak abidesi”ydi. “Namlusunu Hakka, halkın inanç ve değerlerine yönelten tanka selam durmam” dedi. “Türkiye İran olmayacak” diyenlere, “Türkiye Suriye de olmayacak” diyen “cesur yürek”ti! Refahyol koalisyonuna destek vermemesi için, karanlık odaklardan gelen tehditlere kendine has delikanlı üslubuyla rest çekti. 27 Nisan e-muhtırası ve krize dönüşen Cumhurbaşkanlığı seçimi dönemlerinde de başarılı bir imtihan verdi. Büyük dertlerin, büyük sancıların adamıydı. Siyasi hayatında, nimetten çok külfetle haşır neşir olmuş, davasına bağlılığının bedelini şehadetiyle ödemişti. İstikameti olan adamdı. “Emr olunduğun gibi dosdoğru ol!” emri ilahisinin gereğini hayat tarzına dönüştürmüştü. Delikanlılık devresini ‘12 Eylül Darbesi’nin işkenceleri altında geçirdi. Bütün ceberrut süreçlere karşı dik duran Muhsin Başkan; bu milletin, bu ümmetin yüz akı oldu. Rabbim öbür âlemde de yüzünü ak etsin. Şehadetinin 4. yılında Allah’tan rahmet ve mağfiret diliyoruz. Mekanı cennet olsun.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
8 Yorum
Yaşar Değirmenci Arşivi