Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

“Biz eskiden”…

“Biz eskiden”…

“Biz eskiden” diye söze başlayan yaşlılara “eskiden” çok kızardım. Buna rağmen ben de bugün öyle söze başlamak istiyorum (galiba yaşlanıyorum)…

Biz eskiden otomobil kullanmaz, yakın yerler için otobüse dahi binmezdik; şimdi öksürüğümüzün ulaştığı mesafelere bile otomobille gidiyoruz…
Hareketsizlikten göbeklerimiz çıkıyor, eritmek için de spor salonlarına avuç avuç para döküyoruz.
Biz eskiden evlerimize telefon bağlatmak için yıllarca sıra beklerdik (meselâ ben “basın tercihli” telefonumun bağlanması için 7 seneyi aşkın bir süre beklemiştim).
Önce Büyük Postane’ye kaydımızı yaptırır, bazen beş, bazen on, hatta on beş sene sabırla beklerdik…
“Telefon ticareti” denen bir ticaret türü vardı: Çeşitli isimler telefon sırasına kaydedilir, çıkınca fazlalar satışa sunulurdu. Gazetelerin ilân sayfalarında her gün “satılık telefon” ilânları olurdu. Fiyatı da oldukça yüksekti.
Çünkü telefon yalnızca bir “iletişim aracı” değil, çok zor ulaşılabildiğinden dolayı, aynı zamanda bir “statü” göstergesiydi…
Bırakınız telefona sahip olmayı, telefona çağrılmak bile önemli sayılırdı. Âcil görüşmesi gerekenler ya bakkalı arar ya da telefonlu komşusundan yardım isterdi.
“Telefona çağrılmak” çok önemliydi. Tüm mahalle gelen haberi merak eder, dedikodusu yapılırdı:
“Kız biliyor musun Hayri Bey bugün karısını telefona çağırdı? Ne olduğunu doğrusu çok merak ediyorum…”
Şimdi herkesin cebinde birkaç (biri az geliyor nedense) telefon var…
Ama “telefon kültürü”müz hâlâ oluşmuş değil, maalesef. Olur olmaz yerlerde telefon serenadı başlıyor.
Eskiden camide cemaatle kıldığımız namazlarımıza huzur ve huşu’ hâkimdi. Cep telefonu yaygınlaştı yaygınlaşalı huzur içinde namaz kılamaz olduk. Secde namazın en huzurlu anıdır, telefon melodileri o huzur anını da param parça etti.
Bu yüzden sohbetlerin bile tadı-tuzu kaçtı: Rahatça bir “konferans” (sohbet) dinleyemiyoruz. En can alıcı yerinde telefonlar çalmaya başlıyor. Ya da dinleyicilerden birkaçı, hatibin gözünün önünde pervasızca telefonla oynuyor.
“Ne yapıyorsunuz dostum?”
“Söylediğiniz güzel sözleri arkadaşlara “twit”liyorum!”
Hay twitin batsın! Ne kendin huzur buluyorsun, ne başkalarına huzur veriyorsun!
Her teknolojinin bir kültürü vardır dostlar. Bize teknoloji geliyor, ama kültürü gelmiyor. “Teknik” ithal edilebiliyor, ama “kültür” ithal edilemiyor. O sadece içeriden oluşturulur çünkü. İşte bu yüzden bir telefon kültürü, bilgisayar kültürü oluşturamadık. Bilgisayarı “bilgi” için, telefonu iletişim için kullanmamamız bundandır.

Biz eskiden komşularımızla sık sık görüşür, dert ve neşe alışverişi yapardık. Bu yüzden hafifler, her derdi içimizde biriktirmek zorunda kalmaz, tabiatıyla depresyona girmezdik…
Güvenilir komşularımız vardı. “Komşuda pişer, bize de düşer”di. Tek başımıza üstesinden gelemediğimiz işleri “komşu yardımı”yla çabucak yapardık…
Ne de olsa, “Komşu komşunun külüne muhtaç”tı.
Komşu ziyaretlerinde geçen akşamlarımız doyumsuz sohbetlerle şenlenirdi. Komşumuzu yüzü asık görsek, “Karadeniz’de gemilerin mi battı?” diye sorar, “Derdini demeyen derman bulamaz” diye konuşmaya teşvik ederdik.
Yüz yüze müthiş bir paylaşımımız vardı. Dolayısıyla daha mutlu, daha huzurluyduk.
Şimdi komşularımızı tanımıyoruz bile, aynı apartmandan cenaze çıksa, haberimiz olmuyor.
Acaba bu yüzden mi daha mutsuz, daha huzursuzuz dersiniz?

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi