Yaşar Değirmenci

Yaşar Değirmenci

Düğün-Sünnet merâsimleri üzerine düşünceler

Düğün-Sünnet merâsimleri üzerine düşünceler

Havaların ısınmasıyla ve tatil günleri dolayısıyla “düğün ve sünnet merasimleri” hayli fazla. Dâvete icâbet de ayrıca sünnet olduğu için mümkün-mertebe iştirak etmeye çalışıyoruz. Katıldığımız bu merasimler genelde dinî hüviyet taşıyan organizeler. Bilhassa geçmişte ve halihazırda “içkisiz, çalgısız-çulgusuz, düğün mü olurmuş” yaygın düşünce yapısına rağmen örnek olup harama bulaşmayıp direnen insanımızı bu hassasiyet ve itinasından dolayı tebrik ediyorum. Bununla beraber dinî duyarlılık içinde yapılan bu merasimlerle ilgili düşüncelerimi de samimi bir şekilde beyan etmek istiyorum.

Görüntü kıstası olarak; asalet ve suhulet esas alınmalıdır. Asalet ve suhulet ile bağdaşmayan görüntüler, özünü kaybetmiş yanlışlıklardan başka bir şey değildir. Önce suhulet (kolaylık) üzerinde duralım. Her iş manevi-maddi fayda için yapılır. İnanan insana göre manevi faydayı zedeleyen maddi faydada hayır yoktur ve onun sonu zarardır; manevi fayda ile uyuşan maddi fayda ise güzeldir. Gösteriş ve külfet, ne maddi ne de manevi bir faydası olmayan halin adıdır. Hakikatte böyledir. Aldatıcı uygunluklar, tezat uçurumlarına uzanan tuzaklardır. Evlenecek insanlara, hem manevi, hem maddi icapları yerine getirmeleri açılarından yardımcı olunur. Onlara ayrıca manevi-maddi zorluklar yüklemenin, hiçbir izahı yoktur. Doğru tavır; onların mutluluklarını ve zaten yeterince var olan zorluklarını paylaşan bir incelik içinde, kendilerine yardımcı olmaktır. Bugün gençlerimiz büyük sıkıntılarla karşı karşıyadır. Yalnız bırakılırlarsa, kendi gayretleriyle 40 yaşında bile zor evlenirler. Üstüne bir de gösteriş ve merasimcilik icbarlarını yüklerseniz, onları iyice bunaltırsınız. “Efendim, eğlenmek yasak mı?” falan. Eğlenin, süslenin de; ama asalete aykırı düşmeyen ve cevaz ölçülerine dikkat eden bir şuurla. Şunu da unutmayalım; bizim lügatimizde asalet; “asli ölçülere bağlılık vakarı” demektir. Ve: Zarafet, sevgi, samimiyet, estetik gibi kavramlar; asalet ile vakarın akrabasıdırlar. Sanat felsefesine göre de bu böyledir, çünkü asaleti olmayanın çağdaşı da olmaz, evrenseli de. İstikamet üzere olmak ne güzel! İtidal üzere olmak da.

Her katıldığım merasim, ifrat-tefrit salıncağında insanımızı sallayıp duruyor. Tepki gösterilmemesi sırf anlayış ve fitneye sebep olmayayım hassasiyetinden. Okunan Kuran-ı Kerim o kadar uzun ki sanki “aşere takrib” dersindesiniz. İlahiler, yapılan dualar o kadar hüzünlü ki sanki cenazedesiniz. O kadar uzun ki insanın dikkat ve sabrı hiç kaale alınmamış. Dâvete icâbet edenlerin çoluk-çocuğu onların susturulması ayrı bir mesele. Organizatörlerin fırçası da caba. Bunlara katlanırken Rasulüllah’ın namazı uzatan sahabiyi bu sebeple “işi-gücü olan vardır. Evde bekleyeni vardır.” Diyerek hem de namaz gibi bir ibâdeti uzattı, cemaatin halini düşünmediği” için yaptıkları ikazlar pratik hayatımıza yansımayacak mı? Sahabenin “Bize sohbet et!”talebine “Sizi bıktırmayacağımı bilsem size sohbet ederdim. Sizin zinde ve dikkatinizi topladığınız zamanı kolluyorum.” Cevabını veren Sevgili Peygamberimizin sözlerini hatırlayıp düşündüğünüzde O’nun sünnetinden ne kadar uzaklaştığımızı daha iyi anlıyorsunuz. Aziymetle ruhsatı karıştıran, takva ile fetvadan haberi olmayan, kendi yapısı veya yetişme tarzından kaynaklanan “haram-helal”lar icad eden dindarlarımızın hali başka düşman aramaya gerek kalmadığını göstermiyor mu? Hani “zorlaştırmayıp kolaylaştıracaktık? Hani “nefret ettirmeyip müjdeleyecektik? Hani adam kazanıp insanların hidayetine vesile olacaktık?

Hayatları boyunca her türlü davranışlarıyla bizlere “üsveyi hasene” (örnek olmuş) Sevgili Peygamberimizi ne zaman anlayıp idrak edeceğiz? Sünnetini çağa nasıl taşıyacağız? Sünnetin sarıktan, misvaktan ibaret olmayıp bir “hayat tarzı” olduğunu, her hal ve şartta yaşanan, her devrin zorlanan meselelerine cevabı olan bir “Din”imizin mevcudiyetini, ne zaman hatırlayacağız? Sâdece ibâdetin dinle özdeş  olmayıp O’nun bir cüz’ünü yerine getirmek olduğunu, “ahlak ve muâmelat”ımızın da en az o kadar önem arz ettiğinin şuuruna   ne zaman varacağız?        

İslâmî hassasiyeti olan düğünlerde okunan aşirler, ilâhiler, yapılan konuşmalar hüzün muhtevalı değil; neş’e-sürur verici olmalı cenaze ile düğün fark edilmeli. Nikahla dünya evine girilir; ikramlar yapılır, eğlenilir, dualar edilir, mutluluk, hayırlı evlat, bereket, dirlik düzenlik istenir. Ancak mevlit okunmaz. Mevlit geleneği, Kuran-ı Kerim okuma bizim kültürümüz olduğuna göre onun nerede nasıl okunacağını en iyi biz biliriz. Yeni evliler nikahtan çıkıp düğün-derneğin ardından gerdeğe gireceklerdir. Dindarlık gayretiyle de olsa bu hususta  ifrat ve tefride düşülmeyip bizzat Rasulüllah’ın tatbikatına dikkat ve riayet edilmeli, “ölçü ve denge” kaçmamalı.

Şunu unutmayalım ki kat’i olarak haram grubuna girmeyen meşrû örf, âdet ve eğlenceleri tamamen iptal edip halkın bu ihtiyaçlarının giderilmesinde sıkıntılara (harama) yol açmayalım Diğer bir ifade ile ne dine zam yapalım, ne de tenzilat…

En kolay, en tabii halde, sâde, gösteriş ve alayişten uzak, bir Müslümana yakışır temsilî durumumuzu unutmadan, yaptıklarımızı elimize-gözümüze bulaştırmadan diğer insanlara örnek olarak organizasyonları gerçekleştirmeliyiz. Bilhassa maddî durumu iyi olanlar, isrâfa düşmeden çok daha iyi düzenlemeleri gerçekleştirebilirler. Ayrıca kasıtlı olmasa da farkında olmadan düşülen hatalardan birisi de “sünnet” merasimlerinde kız çocuklarının ihmali. Erkek çocuklarına gösterilen aşırı ilgi. Sünnet hazırlıkları sırasında kız çocukları ihmal edilmemeli, anne-babanın heyecanı, gelen hediyeler, hazırlanan süslü yatak, alınan giyecekler; küçük kızları çok etkilemekte, onların bunalıma girmesine, hırçınlaşmasına yahut aşırı kıskançlığına sebep olmaktadır. Dengeli (adaletli) davranılarak, yapılan faaliyetlere onları da dahil ederek, hediyelerden vererek bu denge sağlanabilir. Kız çocuklarımıza da “doğum günü” yahut başka bir vesile bularak onların da gönülleri hoş edilmeli. Peygamber Efendimizin “kız çocukları hassasiyeti” unutulmamalı, cehâlet döneminden kalan dinin yerine ikame edilmeye çalışılan yanlış örfler değiştirilmeli.

Hususiyle konuşmacılar, vaziyeti idare etme yerine dinleyenlere (asgarî saygının-sevginin gereği olarak) mevzularına çok iyi hazırlanmalı, fazla uzatmadan, bıktırmadan, câzip orijinal, seviyeli, mesaj ağırlıklı bir “konuşma” yapmalıdır.

Önümüzdeki mesele, kimliğimizle değil kişiliğimizle ilgilidir. Kimliğimize yakışan bir kişiliğin (şahsiyetliliğin) sahibi olmakta zorlandığımız için, kimliğimizi beğenmez hale geldik. Değiştirme noktasına bile vardık. Hayatımızın her safhasına yansıyan ve bize acı veren sosyal gerçek budur. Düğün-dernekte bile kendimize, gençlerimize, birbirimize zulmediyoruz. Samimiyetleri ve sevgileri cezalandırıyoruz. Bu gidişi, birbirini anlamak durumunda olanların dayanışması değiştirebilir ancak. Yalnız kalmak, boynu bükük kalmaktır. Doğrudan taş atanlar da olur, gülleri taş gibi savuranlar da. Ama olsun, öyle olsun; samimiyetleri ve sevgileri ödüllendirmenin yolunu bulalım. Aşağıdaki hatırlatmaları da unutmayalım.

Düğün-Dernek faaliyetleriyle ilgili Tesbitler-Tavsiyeler

  • Davete icabet “İslam âdâbı”nın gereğidir. Davete gitmeyip mazeretlere sığınmak, düğün-dernekse hediyesini sonra götürür, tebrik ederim demek, bir ara uğrarım diye geçiştirmek doğru değildir.
  • Her tip toplantı ve cemiyetler zamanında başlamalıdır. Vaktinde programa başlamama; zamanında gelenlere saygısızlık olduğu gibi, “nasıl olsa geç başlar” düşüncesinin yaygınlaşmasına, böyle bir yanlışın yerleşmesine, ‘sözde durmama’ gibi vahim bir ahlaki zafiyetin teamül haline gelmesine sebep olur.
  • Bastırılan davetiyelerde “namaz vakitleri”ne azami riayet edilmeli. Bölünme olmamalı, 10-15 dakika takdim/tehir yapılarak namaz hassasiyeti olan davetliler tedirgin edilmemeli. Düğün programları uzun tutulmamalı. (13-17 veya 19-24 gibi.) Dört-beş saat kim zaman ayırabilir, kim başlanan saatte gelip sonuna kadar bekleyebilir. Zaten insan dikkati ve sabrı da sınırlı değil mi?
  • İslâmî hassasiyeti olan düğünlerde okunan aşırlar, ilâhiler, yapılan konuşmalar hüzün muhtevalı değil; neşe-sürur verici olmalı cenaze ile düğün fark edilmeli. Nikahla dünya evine girilir; ikramlar yapılır, eğlenilir, dualar edilir, mutluluk, bol çocuk, bereket, dirlik düzenlik istenir. Ancak mevlit okunmaz. Mevlit ve Kuran-ı Kerim okuma, millet olarak bizim kültürümüzde apayrı yeri olan önemli bir geleneğimiz. Ancak yerli-yerinde okunmalı! Mevlitteki bahirler, naatlar vs.nin hangi cemiyetlerde okunacağı mutlaka incelenmeli, ona göre hareket edilmeli. Ayrıca hiçbir zaman örfler-âdetler dinin yerini almamalı. Dinin sabiteleri ile değişkenleri arasındaki fark unutulmamalı. Dinimizin ruhsat verdiği hususlar, uygulamayanlar tarafından “haram” muamelesi görmemeli. Kendi görüş-düşünüş-yetişme veya yetiştirilme tarzımızdan kaynaklanan yapı mutlaka dinî ölçülere göre değerlendirilmeli! Yeni evliler nikâhtan çıkıp düğün-derneğin ardından gerdeğe gireceklerdir. Dindarlık gayretiyle de olsa bu hususta  ifrat ve tefride düşülmeyip bizzat Rasulüllah’ın tatbikatına dikkat ve riayet edilmeli, “ölçü ve denge” kaçmamalı.
  • Toplantının yahut organize edilen programın takdimcisinin şahsiyeti çok önemlidir. Zarif ve latif şakalar, nükteler meclise samimiyet, neş’e, iştiyak verir, dikkatin dağılmasını önler. Ancak basit şakalar, lâubalilikler, seviyesiz hal ve hareketler işin samimiyet ve ciddiyetini zedeler, yapılanları ayağa düşürür.  
  • Ses ve mikrofon düzeninin iyi olması. Bilhassa günümüzde her türlü organizenin, toplantı ve cemiyetlerin istisnasız can damarı “ses ve mikrofon düzeni”dir. Büyük masraflarla meydana getirilen lüks salonlar, düğün-dernek-cemiyetlere tahsis edilen yerler hatta o güzelim camilerde dahi ses düzeni istenilen evsafta değildir. Akustiği güzel, ses şiddeti ve tonu iyi ayarlanmış, mikrofonu parazitsiz, net tınlamayan-vınlamayan bir ses sistemiyle yapılan faaliyetler-programlar zevkle takip edilir. Aksi halde bu hususlardaki beceriksizliğimizden müşteki bir dostumuzun benzetmesiyle; beynimiz bir boksörün yumruklarıyla hurdahaş olmuş gibi, sersem bir vaziyette salonu terk edersiniz.
  • Kapıdaki teşrifatçı elemanlar, gelen misafirleri-dâvetlileri sıcak-samimi bir ilgi ve nezaketle karşılayıp, belirlenen yerlere almalı.
  • Araba park yeri, giriş-çıkış trafiği, araba park kapasitesi, dikkatle göz önünde bulundurulmalı, gereken tedbirler alınarak izdiham ve tedirginliğe fırsat verilmemeli.
  • Hususiyle konuşmacılar, vaziyeti idare etme yerine dinleyenlere (asgarî saygının-sevginin gereği olarak) mevzusuna çok iyi hazırlanmalı, cazip orijinal, seviyeli, mesaj ağırlıklı bir “konuşma” yapmalı.
  • Kolaylaştırıp zorlaştırmamayı, en kolay, en tabii halde, sâde gösteriş ve alayişten uzak, bir Müslüman’a yakışır temsilî durumumuzu unutmadan, yaptıklarımızı elimize-gözümüze bulaştırmadan diğer insanlara örnek organizelerimizi gerçekleştirmeliyiz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yaşar Değirmenci Arşivi