Yaşar Değirmenci

Yaşar Değirmenci

Unutulan farz: Emri bi’l-maruf nehyi ani’l-münker İyiliği emretmek,...

Unutulan farz: Emri bi’l-maruf nehyi ani’l-münker İyiliği emretmek,...

Unutulan farz: Emri bi’l-maruf nehyi ani’l-münker İyiliği emretmek, kötülükten men etmek! (2)
 

Günümüzde İslâm dünyasının siyasi, ekonomik, sosyal alanlardaki geriliği, Batı medeniyeti karşısındaki güçsüzlüğü, ahlâkî ve dinî alandaki erozyon ve aşınma, ayrılık ve ihtilaflar, fakirlik ve sefaletler, hatta açlık, öte yandan bazı kesimlerdeki aşırı lüks ve israf, fertler arasında dayanışmanın azalması, cehalet, atalet ve tembellik ve nihayet Filistin, Irak, Suriye, Mısır, Afganistan ve Çeçenistan gibi İslâm ülkelerinde cereyan eden katliamlar ve zulüm üzerine kurulu ‘yeni dünya düzeni’nin mimarları insanlık dışı vahşet uygulamaları karşısında eli kolu bağlı bir vaziyette sadece sessizce seyretmekten başka bir şey yapamaması, hep Allah’ın Müslümanları azabıyla kuşattığının birer delili değil midir?..

O halde “Ne yapmak gerekir?” sorusunun cevabı ise, iyiliğin emredilmesi ve kötülüğün engellenmesinden başka bir şey değildir. Bunu yaparken her Müslüman işe önce kendinden başlamak zorundadır. Zira diğer Müslümanlarla beraber önce İslâm dünyasını, sonra da bütün dünyayı doğru yola ulaştırmak gibi son derece güç ve o nispette yüce bir hedefi gerçekleştirecek çalışmalara fiilen girişebilmek için, ilk önce herkesin kendi ruhunda bir ıslahat yapması, kendi kendine iyiliği emredip kötülüğü engellemesi gerekir.
Esas problem karakter ve şahsiyet problemidir. Bu gerçeği kavramadığınız sürece dertlerden kurtulamayız. Bu konuda yapılan büyük hatalardan biri, ferdin bu mesuliyetini toplumun üzerine atmasıdır. Bu görevin yerine getirilmesi için herkes gözlerini kurumlara, hükümetlere çevirmiş, bu sayılanların temel taşı olan fert ise bir kenara itilmiştir.

Müslüman öncelikle kendine dönüp, kendi nefsine iyiliği emredip, onu kötülüklerden alıkoyduktan sonra, bu prensibi aile fertleri başta olmak üzere yakın çevresine uygulamakla yükümlüdür. Bu yükümlülük de, başka bir rivayette ifade edildiği gibi, öncelikle etkili fiillerle, o olmazsa sözlü telkin ve propagandayla, o da olmazsa kötü fiillerden nefret etmekle olabilir. Bu sonuncusu ise her ne olursa olsun yerine getirilmelidir. Zira bu gibi fiillerden nefret etmek, kişiye hiçbir zarar getirmez.

Bunu dahi yapamayan ise gerçek bir mü’min olamaz. Bu gibiler için Rasûlullah, “Bu ise imanın en düşük, en zayıf seviyesidir” veya “Bunu da yapamayanda hardal tanesi kadar iman yoktur” buyurmuşlardır.

Emri bi’l-maruf ve nehyi ani’l-münker olarak Kur’an literatürüne giren bu tutum, aynı zamanda siyasi üstünlüğün ve ayakta kalmanın da ana şartıdır. ‘O kimseler ki, kendilerini yeryüzünde iktidara getirdiğimizde namazı dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler, iyiliği emredip kötülükten sakındırırlar.’ (22 Hacc, 41. Âyet)

Ayakta kalabilmenin şartı namaz, zekât, iyiliği emretmek ve kötülükten alıkoymaya yaslandırıldığına göre, namazın ikame edilmediği, zekâtın verilmediği, insanların iyiliğe teşvikte bulunup, kötülüklere karşı bir tür otokontrol kuramadıkları toplumlar, hayırlı ümmet olma karakterini kaybetmiş olacaklardır. Kötülükleri önlemenin polise havale edildiği, iyilikleri teşvik etmenin de din adamlarına yüklendiği toplumlar, önce kendileri ıslah edilmesi gereken arızalı toplumlardır. Böyle toplumlar Allah’ın azabını beklemeye mahkûmdurlar.

Dinin yalnız kaldığı devirler olabilir, Allah’ın hükmüne ilgi azalabilir. Ancak o dönemde ayakta kalmayı bilenler ve başkalarını da ayağa kaldıranlar, kazananlardır. İyiliği teşvik etmek, kötülükten sakındırmak, bu ümmetin kalitesinin adıdır. Peygamberimiz bugünleri görürcesine: “İsrailoğullarında ilk bozulma şöyle oldu: Adam biriyle karşılaşır ve ona: ‘Be adam! Allah’tan kork, böyle yapma, helal değildir’ derdi.

Ertesi gün tekrar onunla karşılaşır ama onunla oturup yemekte içmekte sakınca görmezdi. Onlar böyle yapınca Allah da kalplerini birbirine vurdu. Sonra Maide Sûresi’nin 78 ve 79. ayetlerini okudu: ‘Kitap ehlinden kâfir olanlar, hem Davud’un, hem de Meryem oğlu İsa’nın diliyle lanetlendiler. Bunun sebebi de onların isyan etmiş olmaları ve hadlerini aşıp durmalarıydı. Onlar kötülük işlediklerinde birbirlerini bundan alıkoymazlardı.’

Ve sözüne şöyle devam etti: Vallahi ya iyiliği emreder ve kötülüğü engellersiniz, zalimin elini tutar, onu hakka çekersiniz, haktan yana olmaya mecbur edersiniz, ya da Allah kalplerinizi birbirine kırdırır ve onlara lanet ettiği gibi size de lanet eder’ buyurur.

Bir başka hadiste; ‘Bir adam, bir grubun arasında bulunur ve bir kötülük işler de, onların o kötülüğü değiştirme imkânı bulunduğu hâlde onu değiştirmezlerse, Allah, onlar ölmeden önce onlara muhakkak bir ceza indirir.’ “Benim ümmetimi, zalime ‘zalim’ demeye çekinir gördüğünde onların işi bitmiştir” hadisini dikkatimizi çekmesi gerekmez miydi?..
Hadislerden açıkça anlaşılan şudur:

Bu ümmet, kötülüklerle bir fantezi olarak uğraşma durumunda değildir. İyi olmanın şartı, kötülükle mücadele ediyor olmaktır. Mücadele edemeyen de o arzu içinde olmak zorundadır. Bunun için iyiliği teşvik, kötülüğü engelleme, yerine göre farzı ayndır, yerine göre de farzı kifayedir. Herkes gücü oranında Allah’a isyan olan işleri engellemeye gayret etmek durumundadır. Allah’ın lütfedeceği sevaba gözünü dikmiş bir mü’min için, emri bi’l-maruf ve nehyi ani’l-münkerin ne kadar önemli bir sevap kaynağı olduğu da ayrıca düşünülmelidir. Çünkü hayra teşvik, kötülüğe engel olma kendi başına bir ibadettir.

Unutmayalım ki; tarafsız olmak mümkün değildir. Çünkü tarafsızlık da bir taraftır, o taraf da şer tarafıdır. Bîtaraf olan bertaraf olur.
Münafıklar için söylenebilecek en belirgin ölçü, onların “iyiliği engelleyen, kötülüğü de emreden” olmalarıdır. Mü’minler, emri bi’l-maruf ve nehyi ani’l-münker yapacaklardır. İyiliği emreden, kötülüğü alıkoyan bir ümmet, Allah’ın yardımına hak kazanır.

İslâm adı altında belli bir cemaat, vakıf, dernek ve benzeri oluşum içinde olanlar bile kendilerine merkez olarak aldıkları belirledikleri dine ait birkaç alanın dışına taşmamayı Allah için yapılacak iş olarak görebilmektedirler. Dinde örnek nesil olan sahabi ve onların izini takip eden Allah dostlarının hayatlarına bakıldığında ‘iyiliği emretme, kötülükten men etme’ hayatlarının olmazsa olmaz şartı haline gelmiştir. Nereye oturtacağımızı tespit edemeyeceğimiz bu anlayış, ne yazık ki “Mutedil Müslümanlık” gibi gösterilmektedir.
Allah’ın dinini yüceltme, bir kişinin cehennemden kurtarılması, Allah’a karşı savaşmak olan faiz ve onun benzeri çirkinliklerle savaştan taraf olmak, iyi mü’min olmayı gerektirirken, ya “aşırılık” ya da “kendi başına iş yapma” gibi başlıklar altında sunulabilmektedir. Sırf bu mantığın egemenliği yüzünden cihad kavramı da unutulmaya doğru sürüklenmiştir.

Böyle bir idraki İslâm olarak kabul edemeyiz. İslâm, Allah’a teslim olmak ve teslim etmektir. İnsan, Allah’a teslim olup Müslüman olurken, kendisine ait ne varsa, onları da, yeryüzündeki her şeyi de O’nun hükmüne teslim etmeyi kabul etmiş demektir. İslâm’ın en önemli farzlarından cihad, ‘emri bi’l-maruf ve nehyi ani’l-münker’ vazifesinin bir tür uygulamasıdır. Bu, insanların birbirine karşı sorumluluklarını yerine getirerek, kıyamet günündeki ebedî azaptan yakalarını kurtarma hamlesidir.

Komşularının
yemediğini
yemeyen
bir Peygamber
Bir gün mescidin avlusunda Peygamber Efendimiz’e bir sepet turfanda hurma ikram edilir:
- Buyur Ya Resulallah, mevsimin ilk turfanda hurması, derler.

Uzatılan sepete tereddütle bakar ve sonra şöyle sorar:
- Komşularımız da şu anda böyle mevsimin ilk taze hurmasını yemeye başladılar mı?
- Hayır, derler, henüz kimsenin bahçesinde hurma olgunlaşmadı. Mevsimin ilk turfanda hurması bizim bahçede olgunlaşır. Biz de herkesten önce siz tadasınız diye getirdik...
Çevresine bakar, yolda oynayan çocukları görür, parmağıyla işaret ederek der ki:
- Götürün bu taze hurmayı şu çocuklara verin. Ben yiyemem.

Derler ki: Ya Resulallah haram şüphesi yoktur. Tamamen kendi bahçemizin mahsulüdür.
Buyurur ki: Hurmanızı almayışım haram olma ihtimalinden dolayı değildir. Ben komşularımızın yemediklerini yiyerek, giymediklerini giyerek onlardan ayrı yaşamayı tercih etmem. Ne zaman çevremde konu komşu herkes turfanda hurma yemeye başlar, işte o zaman ben de konu komşularımızla birlikte taze hurmadan yiyebilirim. Onlardan ayrılmamış olurum!
Vahyin Dilinden
“Mü’minler, mü’minleri bırakıp da kâfirleri dost edinmesin. Kim bunu yaparsa, artık onun Allah nezdinde hiçbir değeri yoktur. Ancak kâfirlerden gelebilecek bir tehlikeden sakınmanız başkadır. Allah, kendisine karşı (gelmekten) sizi sakındırıyor. Dönüş yalnız Allah’adır.”
3 Âl-İmrân, 28. Âyet

Allah
Rasulü’nden
Peygamberimiz buyuruyorlar ki:
“Kıyamet günü namaz, sadaka ve hac sâhipleri için tartılar kurulur ve bunlara ecirleri tamı tamına verilir. Belalara uğramış olanlar için ise tartı kurulmaz. Onların ecirleri sağanak hâlinde üstlerine boşaltılır. O kadar ki dünyada belâlardan âfiyet üzere olanlar bela ehlinin mazhar olduğu bu lütuf ve ihsâna imrenerek, dünyada iken bedenlerinin makaslarla doğranmış olmasını temenni ederler.”
Tirmizî
Günün Sözü
“Sevdiklerinize zaman ayırın, yoksa zaman, sevdiklerinizi sizden ayırır.”
W. Golding
Futbol ve namaz
Namaz dinin direğidir; bunda kimsenin itirazı olmaz. Buna rağmen, stadlarda futbol izleyen insanların mesela bir akşam namazını topluca terketmesini nasıl tevil edebileceğiz? Bazı Arap ülkelerinde stad çimlerinde namaz kılan oyuncuların veya seyircilerin görüntüleri umumileşmiş bir görüntüyü aklamaya yetmez. Futbol maçına Besmele çekerek başlama lakaytlığı da futbolun bereketli bir iş olmasını temin etmeyecektir.

Namazımız futboldan kurtarılsın, avret teşhir edilmesin, kumarın altyapısı olmasın, isteyen top oynasın. Bu kadar.
Kumar haram değil mi?
Spor Toto veya benzeri isimlerle insanların işlettikleri kumar sermayesini nasıl görmezden gelebiliriz? En büyük kumar türlerinden biri olan bu tür oyunların temeli, statlardaki oyuncuların omuzlarında durmuyor mu? Spor Toto listesindeki takımlardan herhangi birinde futbol oynayan bir futbolcu, kumarın aleti ve sebebi değil mi? Böyle bir bahis oyunu topluca, milletçe oynandığı için mi mübah olacak? Futbol, kendi başına oyun olabilir; üzüm de aslında tertemiz bir meyve idi.

Nesilleri esir alan bu oyunu tekrar düşünmeye mecburuz. Çocuklarımızın futbol tutkunluğunu basit bir sorun olarak göremeyiz.

Vakit geçirmek içinse kendimize daha değerli meşgaleler bulalım. Kör taklitse yaptığımız, o bizim işimiz olmamalı.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yaşar Değirmenci Arşivi