Ersoy Dede

Ersoy Dede

28 Şubat Davası Falan Değil Bu

28 Şubat Davası Falan Değil Bu

28 Şubat Davası bugün başlıyor.. Bana soracak olursanız, ne Ergenekon Davası’ndan bağımsız değerlendirebilirsiniz bu davayı ne, JİTEM’den, ne Balyoz’dan ne de faili meçhullerden.. Ne de Sivas Madımak’tan, ne de Başbağlar’dan.. Ne Hrant Dink Cinayeti’ni ne de Fadıl Akgündüz’ün cezaevine konulmasını.. Ne Mirzabeyoğlu’nun yargılandığı dava ayrıdır 28 Şubat’tan ne de Uğur Dündar... Ama bugün gidin mahkemeye bir bakın hele.. Ne yapılmışsa İsmail Hakkı Karadayı yapmış..

İSRAİL BU DAVANIN NERESİNDE?

Oysa çok açık bir gerçek var karşımızda.. Güç sahipleri ve başta İsrail olmak üzere ülkenin ekonomisinde etkisini yitirmeye başlayan gruplar, (elbette ki başta asker olmak üzere) ellerindeki her enstrümanı kullandılar.. Mesela iddianameye de yansıyan Çevik Bir ve İsrail Askeri İstihbarat Başkanı Tümgeneral Moshe’nin gizli görüşmesi.. Diyor ki Çevik Bir, İsrailli komutana; “Asker olarak bizler Refah Partisi’nin iktidara gelmesi durumunda neler yapabileceği konusunda ilgili yerleri ikaz ettik. Bizim değerlendirmemize göre Refah Partisi İslami fundamentalizmi gerçekleştirmek istiyor. Türkiye’nin İran benzeri bir sisteme sahip olmasını arzu ediyor”.. Aynı Çevik Bir, 2002’de “Middle East Quarterly”için İsrailli stratejist Martin Sherman ile birlikte ortak bir makale kaleme aldı.. Makalede Çevik Bir özetle diyor ki, Erbakan’ın Başbakanlığı ile İsrail menfaatleri tehlikeye girmişti, post modern darbe ile de bu bertaraf edildi..

SİYASİLER NEREDE?

28 Şubat Darbesi, zannedildiği gibi 28 Şubat’ta yapılmadı. 28 Şubat 1997, sadece tavsiye niteliği taşıyan küstahça, alçakça yazılmış bir MGK bildirisinin çıktığı gündür.. Darbe ise aynı yılın Haziran ayının 18’inde, Necmettin Erbakan’ın, Başbakanlıktan istifa etmesiyle yapıldı.. Darbe dediğiniz odur.. Seçilmiş hükümeti şu veya bu şekilde iş yapamaz hale getirmek ve görevden el çekmesini sağlamak.. Sonrasında ha asmışsınız, ha tutuklamışsınız aynı.. Oy verenin oy verdiği hükümeti çalıştırmadıktan sonra bir farkı yok.. Sonra ne oldu? Çiller ve arkadaşları 278 imzayı bulup, güvenoyunu garantiledikleri halde hükümeti kurma görevini Süleyman Demirel, Mesut Yılmaz’a verdi.. Ve Mesut Yılmaz da ilk olarak gidip Çiller’in kapısını çaldı.. Çiller o günü şöyle anlatıyor; “... Mesut Yılmaz ‘yeni hükümeti birlikte kurmamızı istiyorlar’ dedi. ‘Kim’ dedim. İki elini omuzlarına vurarak ‘herkes’ dedi. ‘Milli iradenin olmadığı yerde biz olmayız’ dedim.” Çiller’in, arkasında milli iradenin olmadığı ‘herkes’e itirazını savcılık değerlendirdi mi peki? Demirel ve Mesut Yılmaz nerede? Peki Doğruyol Partisi’ni parçalayarak DTP’yi kuran kadro nerede? İthal liderler, siyasetin “yeni umut”ları olarak gösterilenler falan nerede? Adını sanını bilmediğimiz bir takım adamları pazarlıyorlardı alternatif olarak.. Nereye gitti şimdi o harika çocuklar..

FİNANS NEREDE?

Refahyol hükümetine karşı kendilerini ‘5’li Çete’ olarak tanımlayan; Türk-İş, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği, İşveren Sendikaları Konfederasyonu, DİSK ve Türkiye Esnaf Konfederasyonu, bu sürecin bir parçası oldular.. Bunu da hiç bir zaman gizlemediler.. Dönemin DİSK Başkanı Rıdvan Budak; “...Demirel, bizi çağırıp yardım istedi. ‘Kardeşim her seferinde süngüyü dayatmaya gerek yok. Bana yardımcı olun’ dedi” diyerek görevlendirmenin bizzat Demirel tarafından yapıldığını ifşa ediyor. TİSK Başkanı Refik Baydur da Budak gibi süreç boyunca Demirel’le ilişkili olduklarını söylüyor. 5’li çetenin, hükümeti yıkması için Çiller’e nasıl baskı yaptıkları artık sır değil.. Ve bu baskının sonunda ne oldu?.. Erbakan’ın istifasıyla açılan yeni dönemin ilk icraatlarından birini hatırlatalım.. 26 Haziran 1997’de sendikalar bir genelgeyle mali açıdan devlet denetiminden çıkarıldılar, kendi kendilerini denetleme hakkını kazandılar.. Daha istifa mektubunun mürekkebi kurumamış.. 5’li çeteye tanınan imtiyaza bakın.. Bu hakkı nasıl kullandıkları ise bugün cevabını veremediğimiz başka bir soru.. Ama asıl aktörler bunlar da değil.. Bakın örneğin, Erbakan başbakanlığı döneminde; memura % 130, işçi % 102 zam aldı.. Çiftçiye verilen destek yüzde 300’e esnafa verilen kredi miktarı ise 57 trilyondan 80 trilyona çıkarıldı. Peki bu paralar nereden bulundu da verildi? Çünkü Erbakan havuz sistemine geçirmişti ülkeyi.. Yani kamuda bir kurum kârını bir bankada değerlendirir, kamunun zarar eden bir diğer kurumu da aynı bankadan yüksek faizli kredi kullanırdı Erbakan öncesi.. Erbakan bunu ortadan kaldırıp, kazanan kurumun fazlasını zarar eden kuruma naklederek, Demirel tarafından kara delik olarak nitelendirilen KİT’leri kâra geçirmeyi başarmıştı.. (1 yılda 6,5 Milyar dolar tasarruf, 2 milyar dolar kar elde edildi).. Erbakan’ın ardından Mesut Yılmaz ise, 12 Temmuz 1997’de bir kararname ile “havuz sistemi”ni kaldırdı, borçlanma faizlerini yüzde 70’lerden yüzde 130’lara çıkardı.. İstanbul sermayesinin zararını kurtarmaya ancak başladı..

DAHA BİTMEDİ

Daha bu sürecin en önemli iki oyuncusuı, medya ve yargı bürokrasisi var.. Hangi hakim çıkıyor bugün hakim karşısına? Mirzabeyoğlu’nu yargılayan hakim, suçlayan savcılar nerede? Yarın da işin medya ve yargı ayağını yazacağız.. Kalın sağlıcakla.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ersoy Dede Arşivi