Yaşar Değirmenci

Yaşar Değirmenci

Kimler ‘Ancak’ Kardeştir

Kimler ‘Ancak’ Kardeştir

Prof. Dr. Hayrettin KARAMAN seçme yazılar

‘Mü’minler ancak kardeştirler, öyleyse iki kardeşinizin arasını düzeltin, Allah’a itaatsizlikten sakının ki; rahmetine mazhar olasınız (Hucurât: 49/10).
Bu ayet mealinde geçen ‘ancak’ kelimesi cümlenin başında olsaydı, ‘Ancak mü’minler kardeştir’ denecek ve mü’minler ile başkalarının maddi veya manevi kardeş olmaları mümkün ve/veya meşru olmayacaktı. Ama âyet öyle demiyor; ‘mü’minler arasındaki ilişki ancak kardeşler arasındaki ilişki olabilir; bunun dışına çıkıldığında mü’min ahlâk ve davranışının dışına çıkılmış olur’ diyor.

Mü’minler ile mü’min olmayanların ilişkisine gelince, bunlar bir kere doğumdan kardeş olabilirler; bunun olamazlığı ileri sürülemez. ‘Manevî ve mecâzî olarak kardeş olabilirler mi?’ sorusunun cevabı ise zikredilen ayete göre -imkân dairesinde- müsbet de olabilir. Vuku (gerçekleşme) dairesinde ise genel gerçeklik, farklı dinden olanların birbirine insan kardeşi olarak davranmalarının zor ve nadir olduğudur.

İlgili âyetlerin tamamına bakıldığında mü’minler hem bütün insanlıktan, hem de iman kardeşlerinden sorumludurlar; dünyada haksızlığın engellenmesine (Âl-i İmrân 3/108), din ve vicdan özgürlüğü başta olmak üzere temel hak ve hürriyetlerin uygulanmasına katkıda bulunmak (Nisâ 4/75; Hac 22/40), ülkede ise bunlara ek olarak mü’min kardeşler arasındaki anlaşmazlıkları adaletle çözüme kavuşturmak ve haksızlıkta ısrar edenlere karşı haklının yanında yer almakla yükümlüdürler. Mealini başa aldığım âyet ikinci yükümlülüğe, bunun dayanağı olan kardeşliğin altını çizerek dikkat çekmektedir.

Birkaç yazıda, ‘uluslarası ilişkilerde temel kural ulusal çıkardır’ diyen modern, zalim ve ahlâk dışı görüşe dayanarak Türk dış politikasını tenkit eden mü’minlere bazı ilâhî talimatı hatırlatacağım. Ama bu yazıda ‘mü’minler arasındaki kardeşlik’ kavramına ve uygulamasına bakmak istiyorum.
Adama sorarsınız ‘Burası kimin?’. ‘Bize emanet, mülk Allah’ın’ diye riyâkârane cevap verir. Peki madem mülk Allah’ın, sana yalnızca emanet edilmiş, ‘mülkün sahibinin talimatına uygun’ hareket ediyor, ‘mülk üzerindeki tasarrufunu böyle yapıyor musun?’ diye sorulduğunda kem küm eder.
Hani deve kuşuna ‘Uç’ demişler, ‘Ben deveyim’ demiş, ‘Çök de binelim’ demişler ‘Ben kuşum’ demiş ya, bu emanetçiler ve sözde kardeşler de böyledirler; ‘Emanet ise hakkını ver, kardeş isek kardeş gibi davran’ denirse, ‘ama, lakin, fakat…’ diye başlar, birden mülke sapına kadar sahip çıkar, kimseye zırnık koklatmaz, kardeşliği de lafta bırakır, uygulamada daraltır da daraltırlar.

En zararlı daraltma, ‘bütün mü’minlere ait olup sıralaması ihtiyaç ve liyakata bağlı’ olması gereken kardeşliğin ‘hizip, grup, tarikat, mezheb, akrabalık, cemaat, parti, menfaat...’ ölçütlerine kurban edilmesidir.

Bir işe, bir muameleye, bir imkâna layık ve ehil olan mü’min kardeş yerine -yukarıda sıraladığım ilişki biçimleri yüzünden- lâyık olmayan bir başkasını tercih etmek zulümdür ve Allah zalimleri sevmez.

‘Seni bana kulluktan alıkoyan neydi?’

TEFSİR
Kıyamet günü bir köle getirilerek: “Seni bana kulluk etmekten alıkoyan neydi?” diye sorulur. Köle: “Beni mübtelâ kıldın, başıma birçok efendi verdin. Onlar da beni sana kulluk etmekten alıkoydular.”

Bu cevap üzerine Yûsuf (as.) köle olarak getirilir ve “Senin köleliğin mi daha sıkıntılıydı, yoksa bununki mi?” diye sorulur.
O köle de “Hayır, Yûsuf’unki daha sıkıntılıydı” diye cevap verir. “Peki, onun köle oluşu bana kulluk etmesine niçin mâni olmadı?” denir.
Daha sonra bir zengin getirilip: “Seni bana kulluk etmekten alıkoyan neydi?” diye sorulur. Zengin cevaben: “Bana çok mal verdin.” der ve tâbi tutulduğu imtihanı anlatır.

Bunun üzerine Süleyman (as.) getirilerek adama sorulur: “Sen mi daha zengindin, yoksa bu mu?”
Zengin, “Hayır, o daha zengindi.” diye cevap verince; “Peki bu, zenginliği onu bana kulluk etmekten neden alıkoymadı?” denir.
Sonra bir hasta getirilip: “Seni bana kulluk etmekten alıkoyan neydi?” diye sorulur. Hasta, “Bana şöyle şöyle belâlar verdin” der.
Bunun üzerine Eyyûb (as.) getirilir ve hastaya: “Sen mi daha çok zarar görüp belâya uğradın, yoksa bu mu?” diye sorulur. Hasta: “Hayır, o.” deyince: “Peki bu hastalığı onu bana kulluk etmekten neden alıkoymadı?” denir.
Sonra isyan sebebiyle Allah’ın rahmetinden ümîd kesen biri getirilip: “Niçin rahmetimden ümid kestin?” diye sorulur. Adam: “Çok isyan ettiğim için” der. Bunun üzerine Firavun getirilerek: “Sen mi daha isyankârdın, yoksa bu mu?” diye sorulur. Adam: “Hayır, o.” deyince: “Ama o her şeyi kuşatan rahmetimden ümid kesmemiş, boğulurken bile lisânıyla kelime-i tevhîdi söylemişti.” denir.

(İsmail Hakkı Bursevî, Rûhu’l-Beyan Tefsiri) Efendimiz’in Hayatından

Allah’ın kullarını Allah’a sevdirmek

Enes (ra.) dâvetçilerin âhirette nâil olacakları yüksek mertebeleri anlatan bir hadîs-i şerîfi şöyle nakleder;
Rasûlullâh (s.a.v) bir gün şöyle buyurdular:

“-Size bir kısım insanlardan haber vereyim mi? Onlar ne Peygamber ne de şehittirler. Ancak kıyâmet gününde Peygamberler ve şehitler, onların Allah katındaki makamlarına gıpta ederler. Nurdan minberler üzerine oturmuşlardır ve herkes onları tanır.”

Ashâb-ı kirâm, “Onlar kimlerdir yâ Rasûlallâh” diye sordular.

Allah Resûlü, “Onlar Allah’ın kullarını Allah’a sevdiren ve Allah’ı da kullarına sevdiren kimselerdir. Yeryüzünde nasihatçı ve tebliğciler olarak dolaşırlar.”

Ben, “Ey Allah’ın Rasûlü! Allah’ı kullarına sevdirmeyi anladık. Peki, Allah’ın kullarını Allah’a sevdirmek nasıl olur” dedim.
Buyurdu ki, “İnsanlara Allah’ın sevdiği şeyleri emrederler, sevmediği şeylerden de sakındırırlar. İnsanlar da buna itaat edince Allah da onları sever.”

Tevbemi kabul et Allahım

“Allah’ım, Beni nefsimle baş başa bırakırsan, (bu takdirde) beni za’fa, muhtaçlığa, günaha ve hataya itmiş olursun. Ben ancak Senin rahmetine güveniyorum; günahlarımın hepsini bağışla, zira günahları ancak Sen bağışlarsın. Tevbemi kabul et, zira Sen Tevbeleri kabul eden ve çok Merhametli olansın.”
“Allah’ım, Sen’i zikir, Sana şükür ve güzelce ibadet etmemiz için bize yardım et.”
“Allah’ım, Sen’den hidayet, takva, iffet ve (gönül) zenginliği dilerim.”
“Allah’ım, bütün işlerimizde akıbetimizi güzel yap, dünyada rezil-rüsvay olmaktan ve ahiret azabından bizi koru.” (Âmin!)
“Allah’ım! Baktığımda ibret almayı, sustuğumda düşünmeyi, konuştuğumda ise Seni anmayı nasip et bana.”

NOT

Besmele nedir?
Besmele, kulun Allah ile beraberliğidir. Şeytandan, şeytanlaşmışlardan, nefisten ve bütün sıkıntılardan, rahmeti her şeyi kuşatan Allah’a sığınarak bir işe başlamak, başlarken kazanmaktır. Görünen sonucu ne olursa olsun kazanmaktır.

Allah’ın adı ile başlanan bir işin sonu, ateşe atılmak bile olsa ondan acı çekmemek, belki acıdan da haz almaktır. Aciz ve ölümlü, korkularla kuşatılmış bir insanın, kudreti sınırsız, her dilediğini yapan, himayesine gireni koruyan Allah’a sığınması, O’nun adı ile başlaması ve bitirmesi kulluğun görülebileceği en açık amellerdendir.

Besmele ile başlamak yasak bir işi yapmamanın garantisidir. Çünkü Müslüman yasak bir işe “Allah’ın adı” ile başlamaz. Allah’ın adı ile başlanabilecek bir iş mübah olan iştir. Bu açıdan Besmele, ölçüleri aşmamanın teminatıdır.

İçki içerken, çalınmış veya gasp edilmiş bir şeyi yerken, yasak bir işi yapmaya başlarken Besmele çekmek, bunları meşru sayma anlamı taşıyacağından haramdır.

Vahyin Dilinden

“…Anaya, babaya, akrabâya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolcuya ve mâliki bulunduğunuz kimselere ihsân ile muâmele edin, iyi davranın…”
4 Nisâ, 36. Âyet

Allah Rasûlü’nden

Rasûlullah (s.a.v) buyurdular:
“Her insan hata yapabilir. Fakat hatâ yapanların en hayırlısı çokça tevbe edendir.”
Tirmizî

Günün Sözü

“Geminin yüzmesi için suya ihtiyaç vardır. Ancak su, geminin içine girerse onu batırır. Gemi için su ne ise, insan için de dünya odur.”
İmam-ı Gazali

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
5 Yorum
Yaşar Değirmenci Arşivi