Fatih Uğurlu

Fatih Uğurlu

“Zalimler İçin Yaşasın Cehennem!”

“Zalimler İçin Yaşasın Cehennem!”

Bangladeş Cemaati İslami Genel Sekreter Yardımcısı Abdülkadir Molla, tıpkı bir dönem ülkemizde kurulan ve adı yaptığı haksız idamlarla anılan İstiklâl Mahkemeleri gibi bir mahkemede yargılanarak asıldı. Tüm İslâm dünyası bu haksız idamı önlemek için seferber olmuştu. Başbakan Erdoğan da bizzat devlet başkanını arayarak bu infazı durdurmak için gayret gösterecek ve sonuç alamayacaktır. Zira o, Bangladeş’in Pakistan’dan ayrılması için verilen savaşta bölünmeye karşı çıkmıştı. Oysa küresel güçler ve sömürgeci Batı “Böl, parçala, sömür” taktiği ile Pakistan’ı parçalayıp, kolay bir lokma haline getireceği Bangladeş’in zengin petrol ve doğalgaz yataklarına göz dikmişti. Bu planı bozmaya matuf hareketlerin sahipleri kitabına uydurularak cezalandırılması idi. Tarih bunun sayısız örnekleri ile doluydu. Bangladeş’te de uyduruk bir suçlama ile ülkenin en büyük partilerinden olan Cemaat-i İslâmi’nin genel sekreter yardımcısı Abdülkadir Molla idam sehpasına çıkarıldı. Ona verilen son şans devlet başkanından özür dilemesi idi. O ise bunu reddederek şehadet yolunu seçecektir. Bıraktığı son mektubunda ümmetin yolunu aydınlatacak şu sözleri söylüyordu:

“Suçum Allah’tan başkasına kulluk etmemekti. ‘Bize kulluk et’ dediler, ben de ‘Asın’ dedim. Ben kesinlikle masumum. İslami harekete mensup olduğum için öldürülüyorum. Şehidlik herkese ihsan edilmiş bir kader değildir. Yüce Allah bana nasip ederse, kendimi en şanslı olarak düşünürüm. Şehidlik, hayatımın en büyük başarısı olacaktır. Benim kaybım İslami hareketi ayağa kaldıracak ve otokratların sonunu getirecektir. Kendim için endişeli değilim. Ben bu milletin ve İslami hareketin akıbeti hakkında endişe duyuyorum. Bildiğim kadarıyla herhangi bir hata veya suç işlemedim. İslami hareket için bütün hayatımı feda ettim. Yüce Allah’ın lütfuyla başımı hiçbir adaletsizliğe asla eğmeyeceğim. Dünyevi bir makam önünde af ve hayat hakkı aramak asla söz konusu olamaz. Allah, ‘hayat’ ve ‘ölüm’ konusunda karar verecek tek güçtür. Kaderimi, Allah belirleyecektir. Ben herhangi birinin kararı gereği idam edilmiyorum. Benim şehidlik zamanım Yüce Allah’ın kararına göre sonuçlandırılacak. Her durumda yüce Allah’ın kararını kabul ediyorum.”

Kafirler hızlarını alamayarak 6 Müslümana daha idam cezası verdiler. Bangladeş halkı sokaklara dökülerek bu zulmü protesto edecek ve gösterilerde 30 kişi daha şehitlik şerbetini içecekti. İslâm coğrafyasında gıyabi cenaze namazları kılınacak ve olay lanetlenecektir. Geçmişe dönüp baktığımızda benzer tağuti zulümlerin tüm İslâm ümmetinin başına musallat olduğunu görüyoruz.

İlk örneği Mısır’dan verelim. Ülkenin başında sosyalist bir darbe ile yönetimi ele geçiren Cemal Abdünnasır denilen firavun hüküm sürmekte. Seyyid Kutup hakkı söyleyen kalemiyle dnun iktidarı için bir tehlikedir. Ona suikast teşebbüsü ile tutuklanır, sonra bırakılır. Ama sürekli takip altındadır. Kutup, bu dönemde Mısır’ın en büyük İslami hareketi “Müslüman Kardeşler”e katılır. Bir süre sonra tekrar tutuklanır. Irak devlet başkanının araya girmesi ile serbest bırakılır. Bu arada ünlü eseri “Yoldaki İşaretler”i yazar. Bu eser, Abdünnasır’ın ona olan öfkesini yeniden alevlendirir. Kutup tutuklanacak ve idama mahkum edilecektir. Asılmadan önce Seyyid Kutub’un önüne hayatının bağışlanabileceği bir teklif sunulur:

- Bugüne kadar yazdıkların ve yaptıkların için Cemal Abdünnasır’dan özür dile, elini kolunu sallayarak hapishaneden çık!

Kutup, ölürken bile ümmetin onurunu korumayı ilahi bir emir bilmiştir:

“Eğer Allah kanunu ile mahkûm edilmişsem Hakk’ın hükmüne razıyım. Eğer batıl kanunlarla mahkûm olmuşsam ondan çok daha üstün bir düşünceye sahip olduğum için batıldan ve münafıklardan merhamet dilemem. Allah’a şükürler olsun ki on beş sene cihad ettikten sonra bu mertebeye ulaştım. Ben Allah yolunda yaptığım iş için asla özür dilemem. Namazda Allah’ın birliğine şehadet eden parmağım asla bir tağutun hükmünü onaylayan tek bir harf bile yazmayacaktır.”

Tarihler 9 Ağustos 1967’yi gösterdiğinde Kutup, bir askeri hapishanede idam edilir. İnfaz sırasında hapishane çevresinde olağanüstü tedbirler alınmıştır. O zaman da yine bugün Abdülkadir Molla’nın idam kararını durdurmak için yapılan başvurular yapılacak, Pakistan, Türkiye, Ürdün, Irak, Sudan, Lübnan ve İngiltere Müslümanları başta olmak üzere tüm İslam ümmeti ayağa kalkacak ve bu infazı önlemek mümkün olmayacaktır.

Şimdi Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk kuruluş yıllarına gidiyoruz. Koskoca Osmanlı İmparatorluğu yıkılmış, İslâm ümmeti paramparça olmuş. Tam da o sırada Türkiye’yi bütünü ile batının renklerine boyamak için devrimler yapılıyor, bir günde alfabe değiştirilip, tüm ülke bir cahiller ordusuna dönüştürülüyor. Kur’an öğretimi ve tesettür yasaklanıyor. Ezan aslından koparılıyor, hilafet kaldırılıyor. Tekke ve zaviyeler kapatılıp, eğitimde tevhid-i tedrisat başlıyor. Bütün bu yapılanların tuzu-biberi ise şapka inkılabıdır, herkes şapka giyecek ki, batılılar gibi medeni olalım(!) Memlekette bir uçtan bir uca darağaçları kurulup, şapka giymeyenler asılmakta, Hamidiye zırhlısı, “Bu serpuş, batınındır ve gavurluk alametidir, asla giymeyiz!” diyen Rize halkını sahilden bombalamakta. Alimler o dönem direnmişler, “Bu gavurluk alametini asla giymeyiz!” diyerek asılmayı tercih etmişler ama “şapka füruattır” dememişler, yani teslim olmamışlar...

Şapka İktisası Kanunu’nun çıkış tarihi 25 Kasım 1925. Şimdi geliyoruz şapka inkılabına muhalefetten asılan yüzlerce alimden en tuhaf uygulamalı olanına. Kanun çıkmadan 1.5 yıl önce 1924’te İskilipli Atıf Hoca, 32 sahifelik “Frenk Mukallitliği ve Şapka” adı ile bir risale yazarak, şapka giymenin bir gavurluk alameti olduğunu söylemiş. Ve o küçük risaleden dolayı “şapka inkılabına muhalefetten” tutuklanmıştır, İskilipli Mehmet Atıf Hoca... Önce Ankara İstiklâl Mahkemesi oradan Giresun’a gönderilir, orada beraat eder, ama bırakılmaz. Bu defa İstanbul tarihi ile tekrar Ankara’ya ilk çıktığı noktaya gelir.

İskilipli Atıf Hoca’nın maruz kaldığı yargılamayı ve o zulüm dönemini yazar Şevket Süreyya Aydemir, kendi serüvenini anlattığı, “Suyu Arayan Adam” adlı eserinde anlatır. Ankara’da bir İstiklâl Mahkemesi savcısı, henüz şapka inkılabının yapılmadığı günlerde hasır bir şapka giyerek davaları takibe gelen bir gazeteciye öfke kusmaktadır:

“Nedir bu kepazelik? Bu şapka da ne oluyor? Baban da mı şapka giyerdi? Anandan mı şapkalı doğdun?"

Arkasına kuvvetli bir tekme yiyen genç, merdivenlerden aşağı yuvarlanırken, mahkeme üyesi hızını alamayıp küfürler eder. Şapkayı erken giyerek rejime hulus çakacağını zanneden gençse kendisini güç bela sokağa atar. İsmi Hikmet Şevki'dir ve bir gazetenin adliye muhabiridir.

Aynı savcı, İskilipli Atıf Hoca için de 10 yıl sürgün cezası isteyecektir. Kaldı ki, risale kanunun ilanından 1.5 yıl önce yazıldığı için hukuken cezayı mucip değildir. Mahkeme reisi Kılıç Ali ise, Atıf Hoca’nın idamını isteyerek herkesi şok edecektir.

Şevket Süreyya Aydemir, İskilipli Atıf Hoca’nın mahkeme için savunma yazdığı gece rüyasında Hz. Peygamberi görüp, O’nun uyarısı üzerine savunma yapmaktan vazgeçtiğini yazar:

Bu rüya üzerine İskilipli Atıf Hoca savunmasını yırtıp atacak ve ertesi gün mahkemede konuşmayacaktır. O anı yine Aydemir’den dinleyelim:

“Hükümlüler arasında sarıklı bir müderris göze çarpıyordu. Müderrisin başında fes ve sarık vardı. Cübbesi ve kıyafeti temizdi. Suçu, o sıralar yayınlanan şapka kanununa muhalefet etmekti. Fakat bu suç, birtakım ithamlarla da karışınca mahkemeden en ağır hükmü yemişti. Artık son saatlerini yaşıyordu. Hocanın yüzü sakindi. Metanetini muhafaza ediyordu. Yalnız dudakları kımıldıyor ve galiba bir dua okuyordu. Fakat eskiden kalpaklı ve şimdi hasır şapkalı zat, bu hükümle de kanmamış gibiydi. Bağırıyor, çağırıyordu. Acaba Hoca'yı bir tekmeyle merdivenlerden aşağıya yuvarlayacak mı diye bekledim. Fakat olmadı. Müderris, bu sözler üzerine kendisine değilmiş gibi bekledi. Sonra sağanak geçince yürüdü. Muhafızların arasında merdivenlerden indi. Önümüzden geçerken gene dudakları kımıldıyordu.”

İşte, bize İslâm ulemasından 3 örnek. Şehadeti Allah’ın bir ikramı olarak kabul edip, ruhunu tağutlara değil, yüce Yaratıcısına teslim eden şehitlerimizi rahmetle anarken, yazımızı onlara bu zulümleri reva görenleri de Üstad Bed-i Üzzaman Said Nursi’nin kitaplık çapta şu sözleri ile taçlandıralım:

Zalimler için yaşasın cehennem!

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Fatih Uğurlu Arşivi