Kerime Yıldız

Kerime Yıldız

Ateşi kıvılcımken söndürmeli*

Ateşi kıvılcımken söndürmeli*

Ya işte böyle… Ateş, sıçradığı yeri yakıyor.

Cemaatçiler böyledir. Başkasına saldırırken aslan kesilirler. Ama kendileri tehlikede ise kuzuya dönerler.

Hüseyin Gülerce'nin çağrısını duydunuz. "Ailelere ateş düşdü. Artık yeter!" diyor. Çünkü, silah tersine döndü. Cemaat mensubları hakikaten sıkıntılı. Televizyonundan STV'yi silenleri, gazeteyi boykot edenleri ikna edemiyorlar. Önümüzdeki dönem, okulları ve dersaneleri çok kan kaybedecek.

Geçenlerde bir tanıdığım bir eczaneye ilaç almaya girmiş. Girmesiyle çıkması bir olmuş. İçeride Zaman gazetesini görünce vazgeçmiş.

Ben, Gülerce'nin  zeytin dalına inanmayanlardanım. Herhalde kurrada, Hüseyin Gülerce' ye piyango vurdu.  Diğerlerinin otuz iki  dişi birden göründüğü için zeytin dalına kimseyi inandıramazlar.

Cemaat evlerinde bedduayı destekleyen tesbihler çekildiği rivayetleri ortada dolaşırken bu sözlere kim inanır?

Bir yandan, "Yeter" diyeceksin; diğer yandan, gezicilere  "Sokağa çıkın, polis sizden yana."  dercesine davet gönderen reklam yayınlayacaksın.

Hoş, "Zaman Kardeşlik Zamanı" diye sarı çiçekle, çayır çimenle süsledikleri reklamda bile dehşet bir subliminal oyun vardı. Reklamda," Önce ben gördüm." kavgasının ardından çit çekiliyor. Sol tarafdaki kişi, çiti reddederek haksızca yeni çit çekiyor. Diğeri çiçeğini almaya çalışınca ezmeye çalışıyor. Sonra çitleri sökerek  düelloya davet ediyor. Kavga sırasında bu kişinin, altta kalanı yumruklarken oluşan  korkunç yüz ifadesi, belirgin bir şekilde ekrana geliyor. Adeta başka bir yüz oluyor.

Bu yüz ifadesine ve Başbakan'ın öfkeli anında çekilmiş bazı fotoğraflarına dikatlice bakın. Benzerlik şaşırtıcı derecede. Finalde de "Bu dünya kimseye kalmaz." nağmeleri. Kısacası, kardeşlik reklamı değil, ikaz gibi. Bu nasıl bir iyi niyet  reklamı Allahaşkına? 

Çevremdekiler beğenirken ben, bu reklamın gözdağı olduğuna inandım. "Bu reklamı görün ve susun.  Yoksa daha kötüsü gelecek." der gibiydi. Geldi de. O günlerde, yangına körükle gitmemek adına yazmaya tereddüt etdim.

Biz, saf saf, yangına su taşırken, onlar, odun bile değil  benzin taşıdılar. Yetmedi,"Yangın evlere düşsün" diye beddua etdiler. Şimdi, şikayet etmeye hakları yok. Beddua, yerine ulaşıyor sadece.

Bütün bunların hiçbiri olmasa bile,  kendi cemaatine mensub olmayan gençlere, zerre miktarı iyilik yapmayan, burs vermeyen, İslam dışı gören bir cemaatin samimiyeti zaten sorgulanmalı. Benden olmayan iyi Müslüman değildir yargısına nereden varıyorlar? Bu yetkiyi onlara kim verdi? Bundan daha büyük bir kibir var mı?

Bakınız "makul şüphe" üzerine dehşet bir oyun kuruldu. Çalmak çırpmak, yemek, bu dönemde icad edilmedi; her zaman vardı. Her zaman, haddini aşan politikacı çocukları vardı. Ama, bir para sayma makinesi ile ortalık toz duman oldu. "Adamlar o kadar çok çalıyor ki sayarken yorulmamak için makine almışlar." fikri kabul görünce, para sayma makinesini polisin götürdüğüyle kimse ilgilenmedi bile. Bütün Ak Partililer ve politikacı çocukları  bir anda olağan şüpheli oldu. Çünkü ortada, makul şüphe , yani, para, para sayma makinesi ve çocuklar var.

Çok şükür ki zor, oyunu bozdu.

Şimdi ise silah tersine döndü. Cemaatin bu tezgâhın içinde olması, bir anda cemaatçileri olağan şüpheli haline getirdi.

Bütün Ak Partililer yolsuz olmadığı gibi bütün cemaatçiler de hilekar değil. Ama bunu, bu saatden sonra anlatamazsınız.

Ateş kıvılcımken sönmeliydi.

Çok dikkatli bir okuyucunun isteği üzerine, makul şüphe, olağan şüpheli ve yargısız infaz konusunu, bazı filmlerin eşliğinde başka bir yazıda açmak istiyorum.

(*) Tolstoy'un "Ateşi Kıvılcımken Söndürmeli" adında nefis bir hikâyesi var. Bilmeyenler için tavsiye ederim.

   

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
10 Yorum
Kerime Yıldız Arşivi