Kerime Yıldız

Kerime Yıldız

Necla Abla'nın evi

Necla Abla'nın evi

Kısa bir İstanbul seyahatindeydim. Çok şükür, “İftarda sendeyiz.” diye emr-i vâki  yaptığım  dostlarım var. Böyle bir emr-i vâki ile Gürpınar tarafında bir eve iftara gittik. Necla Abla’nın evine.

Bir defasında,  hikâyesini yazmamı istemişti. “Ha deyince olmuyor. Günü gelince inşallah.” demiştim. O günün geldiğinden habersiz bir halde  kapısını çaldım.

Onun hayat hikâyesi sizi ilgilendirmez elbette. Ama eğer, vazgeçtiğiniz veya vazgeçmek üzere olduğunuz bir hayaliniz varsa  ilgilendirir.

Necla Abla, gencecik bir kadınken  Anadolu’dan İstanbul’a gelmiş. Yeni gelin sıfatıyla. Kocaman bir evde ve bağda bahçede geçen bir çocukluktan sonra, daracık ve izbe mekanlara hapsedilen yılları çok zor geçirmiş. Derken Maliye’de işe başlamış. Eşinden ayrıldığında oğlu çok küçükmüş. İnsanoğlunun ne kadar zalim ve ikiyüzlü olduğuna, o zamanlar fazlasıyla şahit olmuş. Bu yüzden hiçbir şeye şaşırmazdı.  

Onu, ilk  defa,  edebiyat, tarih sohbetleri yapılan bir ortamda tanıdım. Bilgiye inanılmaz derecede aç bir durumdaydı. Okumayı çok istediği halde okutmamışlar. Herşeyi can kulağı ile dinler;  anlamasa da bilâhare öğrenirdi. Birgün, “Ben sizlerin içinde kendimden utanıyorum.”  diyerek yarım kalan tahsiline devam etme kararı aldı. Önce ortaokulu; sonra  liseyi, dışarıdan bitirdi. Sonra  da açık öğretime başladı.

Taksim’de Yeşilçam Sokağı’nda eski bir Maliye lojmanında oturuyordu. Gündüz bile ışık yakmak gereken karanlık bir göz oda/salon, bir kişinin yattığı bir asma kat ve küçük birer tuvalet, mutfak. Mutfak ışık görmüyordu. Gönülün sığdığı yere göz de sığarmış ya  o küçücük evden misafir eksik olmazdı. Tekke gibiydi.

Çevresindeki insanların her sıkıntısına yetişirdi. Evlenenin, hasta olanın, doğuranın yanı başında olurdu.

Bir gün “Çok güzel bir eve taşınıyorum.” diye  müjde verdi. “Hayırlı olsun.”a gittiğimizde rahmetli annesi Sevim teyze, iki arada bir derede bana “Belli etme “diye işaret çekti. Meğer evi görünce hayal kırıklığına uğramış. Yine ışıksız, yine havasız.  Sadece,  diğerinden daha iyi. “Bu eve mi sevindin kızım?” diye gözyaşlarını içine akıtmış. Benim tepkimin kızını üzeceğinden endişe etmiş.   Saray gibi evlerde samimiyetten, muhabbetten, ikramdan nasibini almamış nice insanlar gören ben, niye münasebetsiz bir tepki  vereyim ki? 

Necla Abla o evi de yuva yaptı. İki oda arasına, çeyizinden kalma  kanaviçe perdeler asarak güzellik kattı;  süsledi. Ama, evde fare görünce  eve giremediği günler oldu.

Bütün bunları yaşarken “Birgün, yatak odasına güneş doğan bir evim olacak göreceksiniz. Hem de deniz manzarası olacak.” derdi. İnanırdım ama, nasıl olacak diye düşününce kıt aklım ermezdi. Hele de deniz manzarası…

Emekli olunca bir tavsiye üzerine Gürpınar’dan ev aldı. O zamanlar, kör itin öldüğü yer oralar. Ev tam bitmemiş; bir sürü eksiği var. Kollarını sıvadı. Bir de ek iş buldu.

Evine ilk gittiğimde gözlerime inanamadım. Sanki Necla Abla yatak odasına güneşin girdiğini özlememiş de güneş onun odasına girmeyi özlemiş gibiydi. Manzara deseniz leb-i derya.

Evin eksiklerini bizzat işçi gibi çalışarak tamamladı. Dayadı, döşedi. Boyama kurslarına gitti. Evinin her tarafını kendi elleriyle süsledi.  Tavan kenarlarına kalemişi boyama yaptı. Saksılar sehpalar vs. her yer onun fırça darbelerinden nasibini aldı. Yediği ve içine attığı darbeleri, çiçek çiçek resmetti adeta. Hiç dikeni olmayan, hiç solmayan çiçeklerle evini çiçek bahçesine çevirdi. Evini bu kadar seven ikinci bir kadın hatırlamıyorum.

Necla Abla, geçen sene umreye gitti. Kendini artık ibadete ve Kuran okumaya verdi. Bu sene hacca gitmeyi hayal ediyor. Aynı binada oturan oğlundan iki torunu var. Onlarla çocuklar gibi oynuyor.

İftardan sonra çayımı balkonda içtim. Yudum yudum… Hem hilâli hem denizi seyrederek…Hayallerine şahit  olduğum ve hayallerime şahit olmuş  bir kadının gerçek olmuş hayallerini doya doya  hissederek…O, bu evi hayal etti; ben ise  yazmayı.

Bir kıssa ile bitireyim. Bir öğretmen öğrencilerine, hayallerini yazma vazifesi vermiş. Çok fakir bir çocuk, birgün sahip olmak istediği büyük bir çiftliği yazmış. Öğretmen “Fazla hayal kurmuşsun. Daha gerçekçi hayal kur.” diyerek  yeniden yazmasını istemiş.  Akşam bu durumu öğrenen babası, “Bu ödevi hiç değiştirmeden geriye götür ve hayallerini kimsenin  değiştirmesine izin verme.” demiş.

Çocuk, babasının dediğini yapmış ve yıllar sonra,  çok büyük bir çiftlik sahibi olmuş.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum
Kerime Yıldız Arşivi