Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

İstanbul’un isimleri ve İstanbul gerçeği

İstanbul’un isimleri ve İstanbul gerçeği

İstanbul’dan Lale Sümbüloğlu soruyor: “İstanbul’un kaç ismi olduğunu merak ediyorum, beni aydınlatır mısınız?”

Cevaba geçmeden önce belirtmeliyim ki, bazılarımız İstanbul’da yaşıyor, ancak İstanbul’u yaşayamıyoruz.

Oysa aslolan “İstanbul’u yaşamak”tır: Tarihi dokusuyla, “güzellik” kavramını dahi kıskandıran güzelliğiyle, harikulâde boğazıyla, lâlesiyle, camileri, türbeleri, hanları, hamamları, külliyeleri, medreseleri, kiliseleri, eski sokakları, eski evleri, eski mahalleleri, müzeleri, kuleleri, surları, hatta can sıkıcı trafiğiyle, İstanbul’u yaşamak!..

Nice insanı “şair” yapan şehri yaşamak demek bu şehrin ruhunu kavramak demektir. Ancak o zaman Necip Fazıl duygusallığıyla mantığına yaklaşılabilir, o zaman ruhunuzu şehirle bütünleyebilirsiniz. Ve işte o zaman, “Ruhumu eritip de kalıpta dondurmuşlar/ Onu İstanbul diye toprağa kondurmuşlar” demeye başlarsınız.

Gelelim isim meselesine: İstanbul çeşitli zamanlarda, çeşitli milletler tarafından farklı isimlerle anılmıştır…

Mesela, Grekçe’deki adı “Vizantion”dur…

Lâtince’de: “Bizantium”, “Antoninya”, “Alma Roma” ve “Nova Roma”dır…

Rumca’da: “Konstantinopolis”, “Istinpolin”, “Megali Polis”, “Kalipolis”…

Slavca’da: “Çargrad” ve “Konstantingrad”…

Vikingce’de: “Miklagord”…

Ermenice’de: “Vizant”, “Stimbol”, “Esdambol”, “Eskomboli”…

Arapça’da: “Bizantiya”, “el-Mahsura”, “Kustantina el-uzma”…

Selçuklular’da: “Konstantiniyye”, “Mahrusa-i Konstantiniyye”, “Stambul”…

Osmanlıca’da ise: Dersaadet… Der âliye… Mahrusa-i Saltanat… Darü’s-saltanat-ı Aliyye… Asitane-i Aliyye… Darü’l-Hilafetü’l Aliye… Payitaht-ı Saltanat… Dergah-ı Mualla… Südde-i Saadet… Islambol…

Ve nihayet İstanbul…

Osmanlılar, Kur’an-ı Kerim’de, Sebe Süresi’nin 15. Ayetinde geçen, “Beldetün tayyibetün” (güzel belde) ifadesinde İstanbul’un kastedildiğine inanırlardı. (1414-1492) yılları arasında yaşayan meşhur âlimlerden Molla Cami, “Beldetün Tayyibetün” ifadesinin ebced hesbıyla hicri 857 yılını yani fetih yılını (Milâdi 1453) işaret ettiğini söylüyor.

İstanbul, Osmanlı döneminde bu şehrin resmi ismi değildi. Ama resmi belgelere girmişti ve sıkça kullanılmıştı…

Ayrıca Osmanlı Ordusu’nda görevli Merkez Ordu Komutanına “İstanbul Ağası”, İstanbul’un en yüksek sivil kadısı için ise “İstanbul Efendisi”  denirdi.

Cumhuriyet kurulduktan sonra bile yedi yıl kadar İstanbul “Konstantiniyye” olarak kayıtlara geçti. Avrupalılar ise “Konstantinopolis” demeyi sürdürdüler.

Kentin adı 28 Mart 1930’da çıkarılan Türk Posta Hizmet Kanunu ile “İstanbul” olarak tescillendi.

“Konstantinopolis”  ya da “Konstantiniyye” isimleri kalktı. “Konstantinopolis” adının iç ve dış yazışmalarda kullanılması yasaklandı.

Ne var ki Batılılar bunu pek dikkate almadılar ve “Konstantinopolis” demeyi sürdürdüler. Türkiye sürekli uyararak İstanbul denmesini sağlamaya çalıştı. Sağlayamayınca, yurtdışından İstanbul’a “Konstantinopolis” kaydıyla gönderilen mektupları, Türkiye’de o isimde bir şehir olmadığı kaydıyla geri çevirdi.

Herşeye rağmen, uçak şirketlerini vazgeçirmek çok daha zor oldu: Türkiye’nin uyarılarına rağmen yıllarca alışkanlıklarını (daha doğrusu inatlarını) sürdürdüler.

 Nihayet hava şirketlerine sert bir uyarı gitti: “Konstantinopolis” diye anons yapan uçaklara havaalanına iniş izni verilmeyecekti.

Yabancı hava yollarının inadını siz nasıl yorumlarsınız bilmiyorum, ama ben fetih hazımsızlığı olarak yorumluyorum.

Fetih, yüz yıllar sonra bile içlerini öylesine acıyordu ki, “İstanbul” demeye bir türlü dilleri varmıyordu. Bizans’ı en azından isim olarak yaşatmaya çalışıyorlardı!

Gezi olayları sırasında, Kadıköy’deki bir duvara “Zulüm 1453’te başladı” diye yazanların, hangi kültürden beslendiklerini rahatça görebiliyoruz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi