Lütfü Şehsuvaroğlu

Lütfü Şehsuvaroğlu

Adam Satmak

Adam Satmak

Ölümü ve hayatı gerçek anlamda idrak edemeyen nesiller, ölümü ve hayatı çekilmez kılarlar.

Ölümün ve hayatın çekilmez olduğu zamanlar zulmün üste çıktığı zamanlardır. Kötülüklerin iyiliklere galebe çaldığı zamanlar…
    

Cemil Meriç, “hayatı yaşanmaz addedenler hayatı yaşanmazlaştıranlardır” derdi. Hayatı yaşanmazlaştıranlar, hayatı şuurla kavrayamayanlar ölümün mutlak hakikatini, tazeleyici vasfını da anlayamazlar. 

Kızılelma

Hayatın çekilmez olduğu çağlar ölümün de korkunç olduğu çağlardır.

Birbirini öldüren ve yaşatan insanların birbirine karıştığı, “bir insanı öldüren bütün insanlığı öldürmüş; bir insanı dirilten de bütün insanlığı diriltmiş gibidir” ilahî hükmünün okunmadığı, okunsa da anlaşılamadığı toplumlarda güzîde ile pestpâye tefrik edilemez. Güzîde ile pestpâye arasındaki fark da anlaşılmazsa zulüm kendiliğinden inşa edilir. Adalet güme gider. 

Birbirini öldüren ve yaşatan insanların aynı şablon içinde değerlendirildiği bir ülkede, öldüren ve yaşatanın aynı muameleye maruz kaldığı bir toplumda at izi it izine karışmış demektir. 

Kim Müslüman, kim kâfir; kim ehliyetsiz kim ehil, kim vatanperver kim vatan haini? 

Aynı anda bir kısım zevat hem müthiş bir batıcı hem de müthiş bir Ergenekoncu olabiliyor.

Liberallerimiz faşizmin bütün yöntemlerini benimseyebiliyor. Allah’a adanmış olmayı en büyük fazilet sayanlar ‘kontrol’ edilmiş bir süreçte ölümün ve hayatın rengini, vasfını, kokusunu değiştirebiliyorlar. 

Ölümün âsûde bahar ülkesi olduğu bir kültür coğrafyasında onun tazelendirici, diriltici özelliğini hayatın neş’esi ve hatta alamet-i farikası yapanlar “kul hakkı”nı en büyük vebal olarak bilirler, değerlendirirler.

Giderken, ebedî yolculuğa hazırlanırken hayatın içindeki beş ilkeyi şirk koşup koşmadığını, akledip etmediğini, haddi aşıp aşmadığını, emanete hıyanet edip etmediğini, emaneti ehline verip vermediğini muhasebe ederler. Hayatın bu beş temel ilkesinin muhasebesi üstünde taçlandırılacak o geçit mülahazası kul hakkı tefrikidir.

Kul hakkı… 

Hepimizin bir diğerimiz üstünde hakkı vardır.

Abese süresinde o çok çarpıcı uyarıcılıkta olduğu gibi “bana niye yüzünü ekşittin” diye sorarlar kimileri…

“Bana niye selam vermedin?”

“Şu işi yapabilecek iken yapmadın?”

“Şu zamanı boşa geçirdin…”

“Şu zâlimin karşısında konuşman gerekiyordu ve sen o zaman sustun?

Evet, belki kimse fark etmedi, belki içindeki ses “zalimin karşısında susan 
dilsiz şeytandır” sesinden daha fazla “ne olacak evlad ü ıyalin?” diye sorup durdu. 

Vicdanını rahatlattın ve kendine ne kadar mâsum olduğunu tekrarlayıp durdun…

Ama giderken bütün bunlar geçitte hatırlayacağın şeyler olacak, biliyor musun?

Ölüm işte bunun için güzeldir. Ölüm gerçek adalettir.

“Fitne kıtalden kötüdür”

 İlahî düsturunu unutup yaşamak ama her hâl u kârda yaşamak, en zelîl biçimde yaşamak insanlık değeri olarak algılanırsa adalet çekilir oradan, zulüm doğar.

Ama biz yine de bu toprağın çocuğuyuz.

İşte bu yüzden “adam satmak” lügatimizde olamaz.

İşte bu yüzden Başkanlar(parti başkanları, dernek başkanları, kurum başkanları, başbakanlar, cumhurbaşkanları) beslediği kör kargalar tarafından gözü oyulmaya çalışılan durumundadır.

Dönüp bakmak gerek.

Adam satanlar bu fiili daha önce de işlemişler mi?

Ya da en yakınlar nasıl en uzak olabiliyorlar?

Yahut da bu iş etme bulma dünyası mı?

Sezar ve Brütüs kompleksi tarihin ihanetler tarihi olduğunun mu işareti?

Kızılelma

KIZILELMA denince sanki Ergenekon örgütü akla getirilmeye çalışılıyor. Ulusalcıların arayışlarına bazıları Kızılelma yaftası taktılar ama gerçekte Kızılelma ecdâdın varlık sebebi, millî hedefidir.

Kanuni Viyana’ya doğru giderken yolda askerin “Kızılelmaya kadar” deyişlerine, “askerim diyorsa bir bildiği vardır” diye karşılık vermiştir. 

Bu bazı yazarların ifadelerine göre Ömer Seyfettin’in bir uydurması da olsa bugünden bu kavramı kötülemek için illa inkârcılığa sapmaya gerek yoktu. Hadi diyelim Kanuni darbımeseli bir inşa, fakat tarihimizi araştırmak icap etmez miydi böyle bir kavramın milli şuurda bir temeli var mı diye…

Üçüncü Mehmed, Birinci Ahmed, Genç Osman ve Dördüncü Murad zamanının şairi, benim de akrabam olduğu rivayet edilen (Şahsuvaroğullarından) Nef’i işte tam da bu Kızılelmayı anlatıyor.

Her halde Kızılelma’nın uydurma olduğunu söyleyen profesör arkadaş koskoca şiiri allem gullem edip tarih sahnesinden silemez. Silse bile edebiyat tarihinden yürütülemez. Bir heyakil halinde duruyor Nef’i’nin dev şiiri:

Şimden gerû edip ser-i a’dâyı gark-ı hûn
Kılsın rikâbına kızıl elma’yı dâr-ı feth

Tuttu cihânı debdebe-i kûs-ı şöhretim
İşitmez anı gûşı hasûdun girân olur
Levh-i Mahfûz-ı sühandır dil-i pâk-i Nef’i 
Tab’-ı yârân gibi dükkânçe-i sahhâf değil

Ser-firâz etdin livâü’l-hamd-i dîn-i Ahmedî
Kâfire gösterdin el-hak dest-bürd-i Hayder’i

Mevlevîdir san o şadırvân-ı sergerdânı kim
Hem döner hem eşkini eyler safâsından revân

Ey padişâh-ı ârif ü dânişver-i âlem
Vey şâh-ı cihangîr-i zafer-yâver-i âlem

Diller doyar mı görmeğe cenk içre nîzesin
Ol dem ki hûn-ı düşmen ucundan revân olur

On sekiz bin âlemi seyr eylemek lâzım değil
Her nefeste feyz-i Hak bir özge âlemdir bana

Ol dem ki kasd-ı ceng eder sahrâları gül-reng eder
Dünyâyı hasma teng eder olursa Sâm u Güstehem

Çetr-i ikbâlin ola kevn ü mekâna sâyebân
Sâyesinde kâinât âsûde ta rûz-ı hisâb

Âferin şast-ı hümâyûnuna kim oklarının
Mumdan olsa yine taşı deler peykânı

Bırağır anı dahî sâyesi gibi yolda
Olsa ger şâtır-ı endişe ile pâ-der-pâ

Bir avuç gevher saçardı âleme gûyâ kefin
Saldığınca düşmene gâhî murassa(süslü) şeşperi

Memleket meşşâta-i adliyle ziynet-yâb olur
Saltanat pirâye-i hulkiyle hüsn ü ân bulur

Âferîn ey rûzigârın şehsüvâr-ı safderi
Arşa as şimden gerû tîğ-ı Süreyyâ-cevheri

Kitapçı:

YAKINDA Kösem Sultan Üçlemesi’nin ilk kitabı olan Erguvan Tahtındaki Lanetin Sırrı adlı romanım basılacak. Orada Genç Osman’ın nasıl katledildiğini ve o genç padişahın nasıl Kızılelma ülküsüne sahip ve Turan fikrine vakıf olduğunu anlatıyorum. Nef’i de genç padişaha Şehsuvar derdi ve çok şiir yazdı. Osman Anadolu’ya geçip bir Türkmen ordusu kuracak ve Yeniçeri’den kurtulacaktı, torunlarından İkinci Mahmud’un yaptığını iki yüz yıl evvel yapacaktı yani. Ama karşıya Üsküdar’a bile geçemedi. 

Lütfü Şehsuvaroğlu, Erguvan Tahtındaki Lanetin Sırrı, Elips Yayınları Ankara 2015

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Lütfü Şehsuvaroğlu Arşivi