Lütfü Şehsuvaroğlu

Lütfü Şehsuvaroğlu

AB üyeliği bir hayal mi?

AB üyeliği bir hayal mi?

Vremya Novostey Rusya’da yayınlanan bir gazete bu gazetede yayınlanan bir yazıda Avrupa ile Rusya arasında âdeta gizli bir anlaşmadan söz edilmekte ve Rusya ve çevresinin Türkiye’nin AB’ye girişine asla onay vermeyeceği ileri sürülmektedir. Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne girmesi, Rusya ile Avrupa’nın tamamen arasının açılması demektir çünkü. Öte yandan Türkiye’nin 70 milyonun üstünde bir nüfusla AB’ye girmesinin sakıncalarından dem vurulmakta ve Türklerin Avrupa’yı istila edeceği iddiasına yer verilmektedir. 

Eski Fransa devlet Başkanı Valeriy Giscard d’Estaing’in açıklaması da ilginçtir: “Türkiye, gerçek siyasi elite sahip olan Avrupa’ya yakın bir devlettir. Türkiye büyük önem taşıyor, ancak bir Avrupa devleti değildir. Türkiye’nin katılımı sayesinde Avrupa’nın genişlemesinde ısrar edenler, Avrupa Birliği’nin düşmanlarıdırlar.” 

Tabii aynı yazıda Kafkas politikalarına da değiniliyor. Kafkasya’nın üzerindeki Rus hedeflerinin altı çiziliyor. Öte yandan da Ukrayna ile Rusya ilişkilerinin gerginliğinin Rusya’nın varlığı bakımından ne kadar önem taşıdığı hatırlanıyor.

Aslında Ukrayna’nın ve Kafkaslar’daki kimi devletçiklerin AB veya ABD ile yakın teması, Türkiye’nin AB üyeliğinden daha fazla Ruslar açısından ciddiyet arz ediyor.  

Fakat Türkiye’nin AB üyeliği, gerek Ukrayna, gerekse Kafkasya’daki ülkelerin Rusya’nın eski platformu: Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliğinden ayrılması sonrasında neredeyse bir karşı cephe, üstelik de yakın cephe olması bakımından önemli… Çünkü Batı ve Doğu Güney sınırları o vakit arka tarafları bakımından eskisi kadar güvenli olmayacak demektir.

Türkiye, işte yukarıdaki stratejik bakış açısı bakımından geçtiğimiz 35 yıl içinde çok fırsatlar kaçırdı.

Bugünkü AB üyeliği handiyse bütün kesimlerin ittifakla tercih ettiği bir hedef olmasına rağmen gerçekleşmesi neredeyse imkânsız gibidir.

Oysa 1970’li yıllarda AB henüz AET, yani Avrupa Ekonomik Topluluğu gibi gevşek bir ekonomik birlik iken ve girme imkânları bugünküne nazaran hayli kuvvetli iken bütün siyaset merkezleri tarafından Ortak Pazar diye suçlanan ve hiç de girilmesi düşünülmeyen bir organizasyondu. 

Gerek Ecevit, gerekse Evren zamanında iki büyük fırsat kaçtı.

O zaman SSCB yani dev bir komünist blok vardı. Avrupa güvenlik stratejileri Komünizm tehlikesi üzerine bina ediliyordu. Türkiye ile Yunanistan da her ikisi birden Avrupa’ya aynı mesafede idi. AET’ye girmek kolaydı. Hem de Avrupa ülkelerinin ikramı ile değil elimizdeki kozlar sayesinde…

Zira Yunanistan’da faşist darbe olmuştu ve NATO’dan çıkmıştı. Yunanistan Slav birliği içinde dans ediyordu. Eğer NATO’ya dönme konusundaki vetomuzu kaldırma karşılığında strateji geliştirebilseydik Yunanistan’la birlikte bu gevşek birliğe NATO’ya üye oluşumuz gibi girebilecektik. NATO’ya birlikte girmemiz gibi AET’ye de birlikte girmemiz ehveni şer klasik Türkiye Cumhuriyeti dış politikalarından biri olacaktı. Yanlış da değildi bu…

Türkiye’nin AET’ye girişi Batı’nın tehdit algılaması çerçevesinde oluşturduğu güvenlik stratejileri çerçevesinde imkân dahilindeydi. Komünizm ve Sovyet tehdidi yanında henüz Avrupa Birliği(Avrupa Ekonomik Topluluğu idi) kurulmamıştı ve ekonomik bir topluluk halindeki bu uluslarüstü sisteme kapağı atmak mümkündü. Fakat Türkiye’deki bütün akımlar ‘ortak Pazar’a karşı söylem geliştirmişlerdi. Bunu bir fetih projesi olarak tasavvur eden bile yoktu.

Bugün AB güvenlik stratejisi ve tehdit algılaması komünizmden İslam’a evrilmiştir. Yani artık tehdit algılaması İslam coğrafyası üstünedir güvenlik şemsiyesini buna göre kurgulamaktadır. Böyle olunca da Türkiye’nin üye olabilmesi mümkün değildir. Ayrıca başta yazdığım Rusya ile AB ilişkilerinin çerçevesi buna müsaade etmemektedir. Avrupa aklının Rusya’yı kızdıracak bir projeye imza atması mümkün değildir. Hele hele bunu Türkiye hatırına yapması hiç mümkün değildir.

Hem en uzun sınırları olan Doğusu adına, hem de yeni tehdit algısı İslam adına Türkiye’nin üyeliğinin imkânsızlığı ortada iken peki neden Türkiye üyelikte ısrar etmelidir?  

Fetvacı profesörün yazdığı gibi demokrasimiz üstündeki askeri vesayetin kalkması, askerin bu süreçte burnun sürtülmesi için mi?

Böyle basit bir hedef için strateji geliştirilir mi? Hayır..

Peki asıl mesele nedir?

DÜN asıl mesele Türkiye’nin kuzey tehdidine karşı tampon bölge olarak kullanılması idi. komünizm ve Sovyet tehdidine karşı batının güvenliği için haylice taktik aşamalarda cephe yapıldığımızı biliyoruz. Türkiye aklı o dönemi iyi değerlendirseydi AET’ye üye olmuş ve AET de Avrupa Birliği haline gelememiş olacaktı. Zira Türkiye üye olsaydı gevşek bir ekonomik birlik halinde devamı daha doğru olacaktı. Hıristiyan birliği Avrupa tek devleti gibi hedeflere erişemeyen bir Avrupa Topluluğu bütün dünya için de daha ehven sayılabilirdi.

Bugün AB için tehdit algısı terörden bile önce göçmen-immigration meselesidir.

O yüzden bugün de Türkiye yeni bir tampon bölge stratejisine oyuncaktır.

Türkiye Avrupa için artık uluslar arası göçmen kampıdır. Göçmen kampı olarak kullanılacaktır.

Biz de şu kadar göçmen barındırıyoruz diye övünürken aslında Avrupa aklına hizmet etmiş olacağız. Olmaktayız.

Bunu nasıl aşar ve Avrupa’ya karşı kozlarımızı nasıl yararlı bir program haline getirip Türkiye’yi Batı senaryoları içinde figüran olmaktan kurtarabiliriz?

Rubai

Acı kahvenin eğer ki, varsa kırk yıl hatırı

Sana râm oldu demek şiirimin her satırı

Ram olmak da ne demektir bendesidir efendim

Sen bahçemde gül ağacı, bense onun natırı 

KİTAPÇI

Mehmet Akif Okur, Emperyalizm Hegemonya İmparatorluk, Ötüken Neşriyat, İstanbul 2012

Emperyalizm kavramı geçen asırdan daha büyük önem arzetmesine rağmen bugün insanları özellikle de emperyalizme muhatap ülke insanları pek fazla enterese etmiyor gibi…

Bugün etrafımızda meydana gelen olaylar, üstümüzde pişirilen bozalar, aydınımızı belki de emperyalizm söylemine yeni boyutlar kazandırmaya itmesi gerekirken tam bir mankurtlaşma sürecine sokmuşa benziyor. 

Bu da emperyalizm olgusunu daha problemli hale getiriyor. 

Mehmet Akif Okur Gramsci’nin düşün çerçevesinden başlayarak bu olguya felsefi temelde de yeni bir tartışma getiriyor. Fernand Braudel’in Akdeniz, Uygarlıkların Grameri ve Kapitalizmin Kısa tarihi de yardımcı kitaplar olarak Mehmet Akif Okur’un kitabı okunurken yardımcı kaynak olarak bulundurulmalıdır. 

Pratik ve aktüel olanı da masaya yatırıyor yazar. Özellikle Irak’ta meydana gelen hadiselerin arka planının vuzuhla tartışılması önemli…

Emperyalizm Hegemonya İmparatorluk bir solukta okunan bir kitap.  

Günün Tweet'i

Türkiye’nin Suriyeli göçmenleri misafir edişi takdire şayandır.  

A. Merkel

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Lütfü Şehsuvaroğlu Arşivi