Ali Osman Gündoğan

Ali Osman Gündoğan

Felsefe Hayatı

Felsefe Hayatı

Felsefenin hayatla olan ilişkisi üzerinde genelde yaygın ama yanlış bir kanaat vardır: Felsefe hayattan kopuk, gündelik olarak hiçbir işe yaramayan, geçmiş ve geleceğin sorunlarını teorik olarak tartışan, yorumlayan ve çözen ama yaşadığımız an ile ilgili olarak da hiçbir çözüm üretmeyen boş bir uğraş, sırf zihinsel bir çabadır.

Filozoflar da hayatın dışında, kendi yarattıkları soyut bir hayatta, adeta yıldızların üstünde bir dünyada yaşayan insanlardır. Sanki Platon’un idealar dünyasının dışında başka bir dünyaları yoktur.

Gerek felsefe gerekse filozoflar için yaygın olan bu kanaatin aksine felsefe, bireysel bir zihnin bir sistem inşası olmakla birlikte, yaşanmış bir deneyim olarak görüldüğü takdirde, kâinat karşısında duyulan hayret sayesinde bütün bir kâinat ile bizi “bağlılık içine sokan canlı bir bilinç” vasıtasıyla bütün ile kaynaşma halidir. Bundan dolayı da felsefe, üzerinde durulmaya değer bir biçimde bir yaşama biçimidir. 

Felsefeyi bir yaşama biçimi olarak görmek, felsefe tarihine ve özellikle Yunan Felsefesine bakıldığında hiç de zor değildir. Pierre Hadot ile yapılmış sohbetlerden oluşan “Yaşam İçin Felsefe”, meseleyi anlamak için iyi bir kaynak.

Platon’un diyalogları, felsefe adına yapılan şölenler, insanlar için sadece bir teoria değil, aynı zamanda bir yaşama biçimi sunarlar. İnsanlar diyaloglar ve şölenler vasıtasıyla hayatlarının değiştiğini, hayatlarına etki edildiğini görürler.

Bergson’un, “kişinin kendisine ve çevresine naif bir şekilde bakma kararı” olarak tanımladığı felsefe, tam da hayatın içinde olmayı, ona katılmayı, hayatı oluşturan ve bu hayat ile bağlantılı olan her ne varsa bütün olarak onlarla münasebet içinde olmayı gerektirir; filozoftan da bu münasebeti kurmayı talep eder. Bu ise Heidegger’in “varlığın sesini dinlemek ve ona cevap vermek” dediği şey gibidir. Sadece filozof değil şair, ressam, müzisyen, kısacası sanatkâr, mistik de aynı şekilde kendisine ve çevresine naif bir şekilde bakar ve bu bakışa göre kendisini, kendisi ve çevresiyle bir “yaşam deneyimi” içinde bulur. Naif bir biçimde bakmak, çocukça bakmak gibidir. Çocuğun kendisine ve çevresine naif bakışı, hayatını yoğun, menfaatsiz, samimi bir biçime sokar. Biz böyle bir bakışla var olanlarla yoğun, samimi ve menfaatsiz bir bağ sayesinde onlara katılır ve hayatın bir bütünlük içerisinde deneyimi yaşarız; Küçük Prens’in bakışı ve deneyimi gibi.

Bergson’un bahsettiği gibi böyle bir felsefi bakış, an’ın önemi ve onu yaşamanın değeri üzerine vurgu yapar. Horatius’un “carpe diem (günü anlamlı yaşa)” dediği şeydir bu. Pierre Hadot da “var olmanın yalın mutluluğu” der buna. Bu türlü yaşantı halleri, sadece Stoacı, Epikürcü filozoflarda, şairlerde, ressamlarda ortaya çıkan bir deneyim değil, 20. Yüzyılın Varoluşçularında da ortaya çıkan deneyimlerdir.

Felsefe yapmak, ölmeye hazırlanmaktır sözünü de felsefeyi hayatla, yaşama deneyimleriyle irtibatlandıran bir söz olarak almak gerekir. Platon’un Sokrates’e söylettiği bu söz, felsefeyi teorik söylemden farklı bir şey olarak kavramamıza neden olur. Çünkü ölmeye hazırlanmak, nasıl yaşamamız gerektiğine karar vermektir. Kararı ise şimdi’de veririz. Bunun için Goethe, Montaigne gibi yazarlar, “yalnızca şimdi bizim mutluluğumuzdur” derler. Şimdiki zamana, an’a yapılan vurgu aslında hayata, yaşamaya, hayatın içinde olmaya yapılan vurgudur.

Bizlere düşen görev, her an’ın ölçüye sığmaz kıymetini bilerek, verdiğimiz kararlar ve yaptığımız seçimler ile bilgece bir hayata hazırlanmak ve bu hazırlanmanın her an bizde yaşattığı coşkuyu bütün varlığımıza ve kâinata yaymaktır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ali Osman Gündoğan Arşivi