Nusret Çiçek

Nusret Çiçek

Hesabını O Tarafta Versin

Hesabını O Tarafta Versin

Kenan Evren Paşa’nın akıbetine sevinmediğimi ifade etmiş olayım. Bu topraklardan ne zalimler, ne tiranlar gelip geçti…

Onlara gösterilen ilgi ve alaka yanında Evren’e yapılanın hiçbir tutar tarafı yoktur… 

Evren’in az çok inancı da vardı, inancı olmayan ve de İslam’a saldıran birçok ateistin evine kadar gidilerek başsağlığı dilendiğini, mesajlar yayınlayıp “ülke için kayıp” sözleri de ifade edildiğini biliyoruz. Tavırsa ya hep ya hiç…

Evren isminin bu saatten sonra oy getirisi olmadığı malum, zamanında “Ordu göreve..!” diye bağıran ikiyüzlüler de çark ettiler.

Ben bu tip yaklaşımları samimi bulmuyorum.

12 Eylül’ü döneminin bir savcısı, hem de İslami kesime mensup birisi olarak o dönemi avucumun içi gibi biliyorum.

Açıkça ifade edeyim, darbe şarttı, çünkü ortam iyice oluşturulmuştu. Bunu da “bizim çocuklara” yaptırdılar…

Bana gelince, o dönem mesleğimin en rahat günleriydi. 

Nedeni ise, görevime kimseler müdahale etmiyordu.

Evet etmiyordu, hatta subay kesiminden destek bile gördüm, değilse irticacı suçlaması ile görevden atılacaktım.

Soruşturmalar hepsi tamamdı…

Dünkü yazımda da vurguladım.

O günkü ortamı bugünkü nesle anlatmak çok güç, nedeni ise içerisinde yaşamadıkları için bilmiyorlar. Bir yabancı el kepçe ülke sathi kazan.

Başkentin her tarafı terör kaynıyordu. Her akşam karşılıklı çatışmalar, silahlar, yaralılar, ölüler. Semtlerden özellikle Balgat savaş alanı idi.

Bir akşamüzeri çatışmanın ortasında kalan hanım, tam da üst dudağından isabet aldığı 9 mm çaplı ateist bölücü kurşunu ile yere yığıldı.

Yanında iki çocuk çaresiz, anneleri yerde kıvranıyor.

Ortalıkta korku panik, karşılıklı mermiler gidip geliyor. Mahallemizin gençlerinden Yalçın ismindeki delikanlı silahını çekerek bir taksiyi durdurup hanımı Hacettepe hastanesine yetiştirmemiş olsaydı kan kaybından orada ölecekti (mekânı cennet olsun).

Hikâye uzun… Olay yerine vardığımda Thompsonlu askerler gezinip duruyordu, sorduğumda bana verdikleri cevap, “Yetkili olmadığımızdan olaylara müdahale edemedik.”

Düşünebiliyor musunuz? Yanında cinayet işleniyor, askerin yetkisi yok.

Siyasete gelince daha da çalkantılı...

Demirel başkanlığında ki hükümet bir türlü cumhurbaşkanı seçemiyor, piyasalar berbat, hiç kimsenin seyahat hürriyeti yok… Öyle bir ortamda darbe yapıldı.

En azından anaların gözyaşları dindi…

Darbenin menfi taraflarına gelince, elbette ki vahim… 

Mamak denilen zindanlarda birçok genç işkenceler gördü, horlandı, aşağılandı.

Karakollardaki işkenceler yetmiyordu, avret yerlerine cop sokularak kanlar içerisinde perişan halleri ile adliyeye gelenleri de biliyorum…

Asker ve polis içerisinde kanı bozuklar vardı. 

Terörde almadıkları intikamı darbe havasından istifade ederek alıyorlardı. 

Kırıkkale Emniyeti’nde Akıncı gençlerin avret yerlerine cop sokan işkenceci yediği haltı askere yüklemek için bağırırmış: “Vur Uğur yüzbaşı var.” 

Bir toplantıda işkence olaylarını zamanın Alay Komutanı Kurmay Albay Atilla Ateş’e (daha sonra Kara Kuvvetleri Komutanı) söyleyince adeta kükremişti.

“Olamaz böyle bir şey, karakollarda işkence olamaz” demişti.

Oldu bile hem de en alası…

Bu hikâye de uzun. Ancak cenaze merasimi anında “hakkımızı helal etmiyoruz” diyenlere bir şeyi daha hatırlatmış olayım. Anayasa oylaması sırasında “Bu anayasaya oy vermezseniz imanınız tehlikeye girer” diyerekten propaganda yapan bir cemaatin mensuplarına o sözü söylerseniz bence daha isabetli olurdu… 

Artık bırakalım onu bunu da, biraz da kendi halimize oturup ağıt yakalım. 

Öz eleştirimizi yapalım.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum
Nusret Çiçek Arşivi